HDP İzmir Milletvekili Murat Çepni: “Karşı karşıya olduğumuz ekolojik kriz, fi tarihinde kopacak bir kıyametin teorisi değil, her gün başımıza gelen şeydir. Sağlıksız beslenme, açlık, temiz bir havaya sahip olamama, stres, aşırı çalışma vb. bütün bunlar bize her an kıyamet yaşatıyor.”
SiyasiHaber / Berkay Varol
SiyasiHaber olarak, son dönemde öne çıkan ekolojik sorunları Halkların Demokratik Partisi (HDP) İzmir Milletvekili Murat Çepni ile konuştuk. Tayyip Erdoğan’ın son dönemlerden neden ‘çevreci’ kesildiğinden, poşetlerin paralı hale getirilmesine, HDP’nin yerel yönetimlerde ekoloji politikalarına kadar çeşitli konularda Çepni’nin görüşlerini aldık.
Öncelikle son dönemde Tayyip Erdoğan, çevreci, doğa dostu söylemler kullanmaya başladı. Partisinin Ankara’da aday tanıtım programında yaptığı konuşmasında ‘çevreci biziz’ mesajı verdi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dil ağrıyan dişe gider bir atasözü var. Erdoğan’ın temsil ettiği beton-asfalt belediyeciliği, inşaat sektörü üzerinden sermaye birikimi sağlama rejimimin en büyük zararı doğaya oldu. Bunu bal gibi biliyorlar. İstanbul gibi metropol kentlerden Karadeniz’in yaylalarına kadar her yeri şantiye alanına çevirdiler. Kuzey Ormanlarını, kent içindeki küçücük parkları, olası deprem anında toplanma merkezlerini, her yeri yapılaşmaya açtılar. Yol, HES, JES, termik gibi enerji projeleri için vadileri, zeytinlikleri, ormanları tarumar ettiler.
AKP’nin bu inşaat odaklı sermaye birikimi politikalarına en büyük direniş de ekoloji alanında gerçekleşti. Bunu biliyorlar. Bu yaptıklarının insanlık ve doğa suçu olduğunu biliyorlar. Kendilerine oy veren seçmenler bile bu beton-asfalt particiliğinden rahatsızlar. Oy veriyorlar ama bu projelere de karşı çıkıyorlar, buna çok örnek var.
Dolayısıyla biz şu kadar milyon ağaç diktik diyerek çevrecilik pazarlıyorlar. Fakat güneş balçıkla sıvanmaz. Türkiye’nin çok ciddi ekolojik sorunları var ama Saray Partisi, yandaşlarıyla beraber kurduğu sömürü çarkını sürdürme derdinde.
Tabii bir de çevre deyince akıllara sadece ağaç gelmesi de bir başka ucubelik. Ekolojik sorun deyince biz çevrenin kirlenmesini anlamıyoruz. Bütün canlıların yaşam hakkı, beslenme, barınma, çoğalma vb. haklarından bahsediyoruz. İnsanlar açısından bakarsak bile, artık ne yediğimiz içtiğimiz belli değil. Bizim “mutfaktaki kimyacı”mız Bülent Şık’ın ve gıda üzerine çalışan birçok değerli biliminsanımızın bu alandaki çalışmaları durumun ne kadar vahim olduğunu gösteriyor. Çok kısaca söylemek gerekirse, karşı karşıya olduğumuz ekolojik kriz, fi tarihinde kopacak bir kıyametin teorisi değil, her gün başımıza gelen şeydir. Sağlıksız beslenme, açlık, temiz bir havaya sahip olamama, stres, aşırı çalışma vb. bütün bunlar bize her an kıyamet yaşatıyor.
Erdoğan’ın, plastik torbanın ücretli hale getirilmesini, ‘Bu seçimlerde bez torbalar ve kenevirden yapılmış filelerle inşallah meydanlarda olacağız. Milyonlarca bez torba ve fileyi hazırlıyoruz, bu kampanyada milletimize promosyon olarak dağıtacağız’ diyerek bir seçim propagandasına çevirmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İktidarın poşetleri paralı hale getirmesinin tek gayesi, bütçeye ek gelir sağlamaktır. Başka hiçbir derdi tasaları yoktur. Çünkü, birincisi, poşetten alınan paranın geri dönüşüm, çevre korumasında kullanılacağına dair hiçbir düzenleme, yasa maddesi yok. İkincisi, poşetlerin çok büyük kısmı yine doğaya çöp olarak atılıyor. Plastiğin geri dönüşümü mümkün değil. Ayrıca da geri dönüşümü çok fazla su tüketimine neden oluyor. Plastik en fazla mikroplastik olur ve gene doğayı kirletmeye devam eder. Yani plastik kullanımını her düzeyde azaltmak ve yasaklamaktan başka çare yok.
Bizim halkımız da entresan… Onca zaman, vergiye bir şey demedi ama poşet meselesinde iktidarı yaratıcı biçimlerde alaya aldı, tepki gösterdi. Bazen bardağın nerde ne zaman taşacağı belli olmuyor işte.
İktidar her seçim döneminde beyaz eşyadan kömüre, kahveden gram altına kadar promosyon siyaseti yapmayı iyi beceriyor. Şimdi de bez torba dağıtsınlar. Bari boş dağıtmasalar da!
Fakat bu bedava torba dağıtma da bir başka yandaş zengin etme yolu. Bedava dağıttıkları torbaları hangi şirketten hangi usulle satın alacaklar? Erdoğan kendi cebinden mi ödeyecek? Yok, yine halkın parasını bir yandaşlarının cebine aktaracaklar. Olay bu.
World Cities Culture'ın son raporuna göre İstanbul, yeşil alan sıralamasında 34 şehir arasında 2.2%’lik yeşil alan ile son sırada yer aldı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İstanbul’a uçakla giden herkes gökyüzünden gördüğü manzara karşısında herhalde depresyona girer! Uçsuz bucaksız beton…
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yönetmeliğine göre kişi başına düşmesi gereken yeşil alanın en az 15 metrekare olması gerekiyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün tavsiye ettiği “aktif yeşil alan” oranı ise kişi başına en az 9 metrekare. Uzmanlar İstanbul’da kimi bölgelerde kişi başına düşen ‘aktif yeşil alan’ın 1 metrekareye kadar düştüğünü ifade ediyor.
Bu çok ciddi bir sorun. Taksim’i ne hale getirdiler, gördük. Direniş sayesinde Gezi Parkı’nı kurtardık. Ama Kuzey Ormanlarını koruyamıyoruz. 3. Havaalanı, 3. Köprü inşaatlarına karşı toplumsal muhalefeti geliştiremedik. İstanbul’un kuzeyini de tamamen yapılaşmaya açmak bu iktidarın bir hayali. Örneğin şimdi Beykoz’da ormanlık alana 553 villa inşa etmek için yol verildi. Kalyon İnşaat'ın üstlendiği, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın imar planını onayladığı projeye göre, toplam 2 milyon 470 bin 186 metrekarelik (345 futbol sahası) orman alanına 553 adet villa inşa edilecek. Önümüzdeki en büyük tehlike ise Kanal İstanbul Projesi.
Hani İstanbul için eskiden çok söylenen bir deyim vardı, taşı toprağı altın diye. Köprü-Havaalanı-Kanal projeleri İstanbul’un taşını toprağını bir avuç yandaş şirket için altına çevirecek projeler. Bu projelerin hepsi, hazine garantili, yap işlet devret modeli. Yani hem doğayı katleden hem de halkın sırtından toplanan vergilerle şirketleri zengin eden bir model.
Gezi’den sonra, “seçim siyaseti” bütün mücadeleleri tali plana itti. Üst üste gelen seçimler, ironik olarak siyaset alanını daralttı. OHAL vb. de ifrata vardırdı. Ama İstanbul’un nefes almaya devam etmesi için bir an önce Gezi’ye dönmesi, toplanması gerekiyor. Önümüzde fazla seçenek yok, ya sürüne sürüne öleceğiz, ya da bu haramilerden kurtulacağız.
Enerji üretiminde Erdoğan Nükleer Santral konusunda ısrarcı. Sizce alternatif enerji üretim kaynakları yaratılamaz mı?
AKP’nin en büyük yalanlarından biri “Türkiye’nin enerji açığı olduğu” yalanıdır. Gerçek, Türkiye’nin enerjiye açığı değil arz fazlası olduğudur. Bu konuda TMMOB’nin 2018 raporuna bakılabilir. Bu raporda resmi verilere dayanarak hükümetin enerji şirketlerinin yatırımlarını teşvik etmek için ilgili kurumların verilerini de yok sayarak enerji talebini yüksek gösterdiği tartışmasız şekilde kanıtlanmaktadır.
Bu rapor göstermektedir ki, iktidar sürekli talebi yüksek göstererek HES, JES, termik ve nükleer santraller için gerekçe hazırlamaktadır. Oysa resmi açıklamalara göre, 2017’de toplam 335,1 milyar kWh üretim imkanına sahipken tüketim 294,9 milyar kWh olarak gerçekleşmiştir. Bunlar, hükümetin tek amacı elektrik tüketimi arttırmak olan, yazsaati/kışsaati uygulaması, AVM’lerin çoğaltılması gibi örneklerde olduğu gibi, tüketimi arttıran politikaların sonucu.
Türkiye’de mevcut enerji yatırımları güvenli sınırlarda tam randımanlı çalıştırılsa, elektrik iletim hatları rehabilite edilse, % 50’ye varan oranda enerji verimliliği sağlama imkanı var. Hükümet buna rağmen “enerjide dışa bağımlılık”, “enerji açığı var” söylemleriyle termik ve nükleer santrallere gerekçe hazırlıyor. Burada esas olanın yandaş şirketlerine yeni kâr alanları yaratmak.
Son olarak, yerel yönetim planları üzerinde duralım. Yerel yönetimlerde ekolojik çalışmalarınız ne yönde olacak? HDP’nin bu yerel yönetim ve ekolojik çalışmaları nelerdir?
Bildiğiniz gibi, yerel yönetimlerde ekolojik bir perspektifin geliştirilmesi için 15 Aralık’ta HDP Ekoloji Komisyonunun da dahil olduğu bir çalıştay yapıldı. Mezopotamya Ekoloji Hareketi, DTK Ekoloji Komisyonu, HDP Ekoloji Komisyonu, Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi ve Hevsel Bahçelerini Koruma Platformu’nun çağrısıyla; Ekoloji Birliği, Yeşil Sol Parti, HDK Ekoloji Meclisi, EGEÇEP, İstanbul Kent Savunması’ndan temsilcilerin katıldığı bir çalıştay. Buradaki tartışmalar bir sonuç bildirgesiyle kamuoyuna sunuldu. Ayrıca HDP Tarım Komisyonu da Mersin’de bir çalıştay yaparak, endüstriyel tarıma karşı toprağı, doğayı, üreticiyi koruyan bir politika geliştirilmesi noktasında önemli adım attılar. Ayrıca parti çalışmalarımızda temel belge sayılacak bir Ekoloji Manifestosu hazırladık. Bu Manifesto’yu da yakında kamuoyu ile paylaşacağız.
Ülkemizdeki savaş politikaları, siyaseten bizi devre dışı bırakmaya yönelik operasyonlar, birçok konuyu hakkıyla tartışmaya da imkân tanımıyor. Dersim’de orman yakılıyor, köylünün yangını söndürmesine izin verilmiyor. Güvenlik bölgesi ilanlarıyla yayla ve meralar üreticilere kapatıldı. Dernekler, kooperatifler kapatıldı. Kentler yıkıldı.
Yine de işbaşına geldiğimiz yerel yönetimlerde, yeniden başlamak zorunda kalsak da, katılımcı bir yönetimin sağlanmasını, beton-asfalt belediyeciliğini tasfiye edip, tarım ve yeşil alanların korunması ve geliştirilmesini, su gibi temel hizmetlerin ücretsiz gerçekleştirilmesini, üretici ve tüketici kooperatiflerinin gelişimini destekleyerek sağlıklı ve güvenli gıda ve beslenmenin sağlandığı bir üretici, dayanışmacı, katılımcı bir belediyecilik pratiğinin gelişmesi için çalışacağız. Elbette bu hedeflerin gerçekleşmesi bir mücadele sürecini gerektiriyor. Hem kendimizle hem de halktan yana her türlü gelişmeyi engellemek, tırpanlamak isteyen iktidara karşı bir mücadele.