RÖPORTAJ – HDP Adana Milletvekili Tülay Hatimoğulları: “Faşizm, kendisini inşa ederken, kurumsallaşırken karşısındaki en örgütlü ve mücadeleci kesimlere saldırır. Faşizmin en çok HDP’ye saldırmasının nedeni de budur. Buna yönelik olarak bize düşen en önemli görev, faşizme karşı en geniş cephenin örülmesinde etkin bir rol üstlenmektir, HDP olarak.”
Röportaj: Halit Elçi
SiyasiHaber olarak HDP Adana Milletvekili Tülay Hatimoğulları ile yeni siyasal sistem içinde Meclis kürsüsünün nasıl kullanılacağı, seçim sonuçları ve HDP’ye yönelik saldırılar karşısında neler yapılacağı, yerel yönetim seçimlerine ilişkin yaklaşım ve sosyalist milletvekillerinin görevleri üzerine konuştuk.
Daha önceki dönem ile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denen yeni siyasal sistem arasında Meclis’in işlevi bakımından ne gibi farklar var? Meclis bu dönemde nasıl bir rol oynayacak?
15 Temmuz askeri darbe girişiminden hemen sonra ülkenin, ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) ve Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile ülkenin yönetilmeye başlanması, Türkiye’de “Tek Adam Rejimi”nin de fiilen başlaması anlamına geliyordu. 24 Haziran seçimleri, bu uygulamanın yasal hale gelmesini sağladı. Bu rejim değişikliğinin gerçekleşme sürecinde Meclis’in mevcut olan yetkileri de ortadan kaldırıldı. Yeni sisteme geçilmesiyle birlikte Meclis yürütme üzerindeki kontrol yetkisini neredeyse tümüyle kaybettiği gibi, yasama yetkisinin büyük bir bölümünü de yitirdi.
Böylesi bir süreçte bizler Meclis’te ne yapabiliriz? Bugüne kadar mücadelemizi parlamentoyla sınırlandıran bir yaklaşımımız hiç olmadı ve olmayacak. Hele de Meclis’in böyle bir yetki kaybına uğradığı bir dönemde mücadeleyi Meclis’le sınırlandırmak hiçbir şekilde söz konusu olamaz. Fakat her şeye rağmen Meclis kürsüsü, halkların, emekçilerin sözünü dile getirmek ve tüm kamuoyuna duyurmak açısından önemini koruyor. Biz de bu olanağı sonuna kadar kullanacağız. Fakat esas olan, mücadeleyi sokaklarda, alanlarda sürdürmektir. Bugün Türkiye’de demokrasi çok ciddi bir kriz içindedir. İnsan hakları ayaklar altına alınmaktadır. Adı konulmamış sürekli bir sıkıyönetim altında yaşıyoruz.
Demokrasi ve özgürlük mücadelesini; işçiler içinde, yoksullar arasında, kadınlarla, gençlerle, çocuklarla birlikte, doğa ve yaşam savunucuları ile birlikte yürüttüğümüz mücadeleyi Meclis kürsüsüne taşıyacağız. Bütün bu kesimlerin, emekçilerin ve ezilenlerin sözünü Meclis kürsüsünde dile getireceğiz. Bizim bu Meclis’e atfettiğimiz misyon budur.
Kimi zaman şöyle görüşler de ileri sürülüyor: ‘Meclis’te yapılacak iş kalmamıştır.’ Elbette Meclis’te yapılacak çok büyük işler yok ama Türkiye halklarının, işçi ve emekçilerin, kadınların, gençlerin bize verdiği bir temsil yetkisi var ve biz Meclis kürsüsünden onların sesini, sözünü aktaracağız. Bu olanağı kullanma konusunda sonuna kadar ısrar edeceğiz.
Bu dönemde Meclis’te Türkiye Solundan daha fazla sosyalist milletvekili yer aldı, HDP listesinden… Sosyalistler olarak Meclis’e nasıl bir renk katacaksınız ve neleri öne çıkaracaksınız?
HDP kendisini açıkça solda konumlandıran bir parti. Programıyla da, kadrolarıyla da, pratiğiyle de böyle… Ayrıca HDP’yi kuran bileşenlerin önemli bir bölümünü de Türkiye sosyalist güçleri oluşturuyor. HDP, 24 Haziran seçimlerinde aday listelerini oluştururken sadece bileşenlerinden değil, yürüttüğü geniş ittifak siyaseti gereği HDP’de yer almayan siyasi örgütlerden sosyalistleri de aday göstererek, sosyalist hareketin Meclis’te güçlü bir temsiliyet edinmesini sağladı.
Ekonomik krizin giderek derinleştiği, işsizliğin, yoksulluğun arttığı, işçilerin iş güvencesinin saldırı altında olduğu bu dönemde biz sosyalist milletvekillerine büyük görevler düşüyor. Kapitalistler ve siyasi iktidar bu krizin yükünü de işçilerin, emekçilerin, yoksul halkın sırtına yüklemek isteyecektir. Bizler bu saldırıyı durdurmak için her alanda yürütülen mücadelenin bir parçası olarak Meclis’te de bir mücadele yürütmek göreviyle karşı karşıyayız.
Aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki engellerin kaldırılması için mücadele etmek zorundayız. Bir yandan anti-kapitalist tüm dinamiklerin mücadele ortaklığını kurmak, diğer yandan bunun da ötesinde tüm anti-faşist güçlerin birleşmesini sağlamak, bunun yol göstericisi olmak yine başlıca görevlerimizdendir.
HDP’ye yönelik ağır saldırılar gerçekleşiyor. HDP yönetici ve üyelerine ardı ardına operasyonlar yapılıyor, HDP’li vekil Leyla Güven’in Meclis’te görevini yapması engelleniyor, HDP’li önceki dönem milletvekilleri, eş başkanlar Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş, belediye başkanları hapiste tutuluyor. En son Tayyip Erdoğan sadece HDP’yi değil, HDP’ye oy verenleri bile tehdit eden bir açıklama yaptı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz ve HDP’nin buna karşı tutumu nasıl olacak?
24 Haziran seçimlerine gidilirken AKP ve Erdoğan başlıca seçim stratejisi olarak HDP’yi baraj altında bırakma hedefini belirlemişti. Fakat bunu başaramadılar. Başta Kürt halkı olmak üzere Türkiye’de yaşayan halklar, işçiler, emekçiler, seküler yaşamı savunanlar, bu ülkenin ve siyasetin demokratikleşebilmesini önemli gören kesimler HDP’yi destekledi. Seçimlerde çok ciddi hileler olmasına rağmen, altını çiziyorum, oylarımızın bir bölümünün çalınmasına rağmen barajı aşmayı başardık. Ve bunu sözünü ettiğimiz kesimden gelen destekle başardık. Tabii burada şu notu eklemeliyim. HDP’nin esasen bir baraj sorunu yok. Adil bir seçim ortamında bizim oyumuz yüzde 15’lerin altında düşmezdi. Seçim sürecinde yapılan baskılar, yasal değişiklikler, sandık taşıma ve birleştirmeler, 142 kodlu oylar ve nihayet seçim sandıkları başında yapılan zorbalıklar vb sonucunda gasp edilen oylarımıza karşılık Batıdan gelen oyların eksiğimizi tamamlamasından söz ediyorum.
Faşizm, kendisini inşa ederken, kurumsallaşırken karşısındaki en örgütlü ve mücadeleci kesimlere saldırır. Faşizmin en çok HDP’ye saldırmasının nedeni de budur. Bu alanı tırpanlamayı hedefliyorlar. Buna yönelik olarak bize düşen en önemli görev, faşizme karşı en geniş cephenin örülmesinde etkin bir rol üstlenmektir, HDP olarak. Bu noktada çeşitli başlıklar açabiliriz.
HPD’nin Parti Meclisi toplantılarında, Meclis grubu toplantılarında öne çıkan konulardan birisi de, Türkiye’nin içinden geçtiği ekonomik krizin yükünün emekçilere, halka yüklenmesine karşı mücadele yürütmek, sınıf alanında da daha dayanışmacı çizgi izlemektir.
Başta Kürt Halkı olmak üzere Türkiye’de yaşayan bütün halklar, işçiler, emekçiler, seküler yaşamı savunanlar, tek adam rejimine karşı çıkanlar, faşizme karşı çıkanlar, kendini böyle bir düzende huzurlu ve rahat hissetmeyen kesimler bize oy verdi. Bu kitlenin büyük bölümü düzenli olarak bize oy veren HDP kitlesi iken, bir kısmı ise belki ilk defa, HDP’nin barajı aşmasını önemli görüp oy verenlerden oluşuyor.
Seçim sürecinde HDP’yi kriminalize etme çabaları vardı. Bütün bu çabalar boşa çıkarılmış oldu. Bir kesim bize oy verdi, bir kesim oy vermediği halde gönlünden destekledi. Bunu önümüzdeki süreçte yan yana durabilme olanağı bakımından önemli buluyorum. Bu havayı, bu empati kültürünün gelişmiş olmasını değerli buluyorum.
HDP, son birkaç seçimde olduğu gibi bu seçimde de bir “Türkiye partisi” olduğunu, Türkiye’nin her kesiminden oy aldığını gösterdi. Ve HDP’ye yönelen sempati dalgası giderek yükseliyor. HDP, Fırat’ın batısında hemen hemen tüm illerde, az ya da çok, oyunu arttırdı. Aleviler, Arap Aleviler arasında HDP’ye belirgin bir yöneliş başladı. HDP’ye gösterilen teveccüh, sadece baraj için destek vermenin de ötesinde, HDP’nin halkların ve inançların özgürlüğü için, demokrasi için kararlı biçimde çalışan tek parti olmasının sonucudur.
HDP’ye olan teveccühün altında CHP’ye karşı giderek artan güvensizlik mi yatıyor? CHP, tabanındaki anti-faşist, demokrat, seküler geniş kesimlerin Erdoğan’ın tek adam rejimine karşı öfke ve muhalefetine öncülük yapabiliyor mu?
Muharrem İnce, 24 Haziran seçimlerindeki performansıyla CHP kitlesine hatta CHP seçmeni dışındaki kesimlere bir umut verdi. Fakat seçim gecesi yaptıklarıyla bu etkiyi kaybetti. Seçim günü ve gecesine ilişkin aydınlanmamış, yanıtlanmamış sorular var. İnce bu sorulara ne o zaman ne de bugüne kadar inandırıcı yanıtlar verebilmiş değil. Bu da, genel olarak CHP, özel olarak Muharrem İnce’nin inandırıcılığını, güvenilirliğini hızla aşağıya çekiyor.
Adana’da yaptığımız teşekkür ziyaretlerinde halk tarafından bu sorular bize de soruluyor: “O gece ne oldu?” “Muharrem İnce neden açıklama yapmadı?” İnsanlar büyük bir hayal kırıklığı yaşadıklarını ifade ediyorlar. CHP ve İnce’nin bu tutumu, esasen tek adam rejimine karşı, örgütlenmiş değil ama fikri ve hissi olarak bir araya gelmiş geniş topluluğu dağıtan bir tutum oldu.
Daha önemlisi ve tehlikelisi şu: CHP’deki geleneksel, devletçi aklın, yeni siyasal sisteme alışma, hatta bundan yarar sağlama eğilimine girdiği görülüyor. Bu akıl; yeni sistemin iki partili bir Meclis’e doğru evrileceği, CHP’nin de diğer muhalefet partilerinin gerilemesiyle öne çıkacağı gibi riyakâr bir yönelime girebilir. Oysa bu mantık tek adam diktatörlüğünün meşrulaştırılmasından ve güçlendirilmesinden başka bir sonuç vermeyecektir.
Buna karşılık CHP’nin tabanında tek adam rejimiyle uzlaşması mümkün olmayan büyük kitle tamamen aksi yönde bir muhalefet bekliyor CHP’den.
Ancak CHP seçimden hemen sonra içine girdiği türbülanstan kolay kolay çıkacak gibi görünmüyor. Faşizme karşı muhalefeti yükseltmek, yeni rejimin kurulmasını engellemek yerine CHP bir kez daha bitmek tükenmek bilmeyen iç kavgalarıyla uğraşıyor. Bu çekişmeler, muhalefet görevini yerine getirmenin önüne geçmiştir.
Biz HDP olarak, CHP yönetiminin bu yalpalama, kararsızlık ve iç kavgalarına karşılık, esas olarak CHP’nin tabanındaki demokrat, seküler kesimlerin, işçi, emekçi, kadın, Alevi kesimlerin faşizmle uzlaşmaz konumları ve tutumlarının, ortak demokrasi cephesinin çeşitli biçimlerde ve çeşitli düzeylerde vücut bulmasının zeminini oluşturduğunu düşünüyoruz.
Önümüzde yerel yönetim seçimleri var. Bu seçimlerde Cumhur İttifakı’na karşı muhalefetin güçlerini birleştirme ve Cumhur İttifakını geriletme umudu var mı? Özellikle büyükşehirler olmak üzere AKP-MHP ittifakının elindeki belediyelerin alınması yoluyla tek adam rejimini geriletmek mümkün olabilir mi?
HDP yerel seçimlere ilişkin iki yönlü bir politika geliştirmek durumunda. Birincisi, Kürt illerinde seçilmiş yöneticileri görevden alınan, hapse atılan ve yerine kayyum atanan belediyelerin geri alınmasıdır. İnanıyorum ki oralarda halk, iradesini tekrar gösterecek ve kayyumlardan belediyeler geri alınacaktır. Sadece kayyum atanmış olan belediyelerin geri alınması değil, yeni belediyeler kazanmak… HDP’nin hedefi bu. Ve bunun faşizme karşı verilecek en güçlü cevap olacağını düşünüyorum.
Yerel seçimlere ilişkin politikanın diğer yönü ise Fırat’ın batısında ne yapılacağıdır. HDP genel seçimlerde olduğu gibi bu seçimlerde de ilkeli ittifaklara açık olduğunu daima ifade etmiştir. İstanbul’un, Ankara’nın, Adana’nın, Bursa’nın, Antalya’nın alınması, İzmir’in kaptırılmaması oldukça önemlidir. Çünkü yerel yönetimler, merkezi yönetimi belirleyen önemli faktörlerdendir. Bizler, eğer faşizmi geriletmek istiyorsak buralarda başarıya kilitlenmemiz gerekiyor.
Biz derken, 16 Nisan (2017) referandumunda ortaya çıkan Hayır Meclislerini ve bileşimini kastediyorum. Peki Hayır yelpazesi yeniden bir araya gelebilir mi? Bu, en can alıcı sorulardan biridir. Bunun yanıtı şudur: Eğer temel ilkeler etrafında ittifak sağlanırsa bunun önü açıktır. Fakat ilkeler temelinde birlik yerine “pazarlıkçılık”, “dar hesapçılık” öne çıkarsa böyle bir ortamda sağlık bir ittifakın olanağı yoktur. Olası ittifakın amaçları belirlenmelidir. Ana amaç faşizmi geriletmek ise, ilkeler buna göre şekillendirilir. Nedir bunlar? Daha önce genel seçimler için ortaya koymuştuk:
- Güçlendirilmiş yerel yönetimlere dayalı demokratik bir parlamenter sistemin savunulması
- Demokratik bir anayasa yapılması
- Laik/seküler yaşamın garanti altına alınması.
Bu genel siyasete ilişkin ilkelerin yanı sıra bunların yerel yönetimlere uyarlanmış halini de pek çok belgemizde ifade ettik:
- Doğrudan demokrasi ve meclisler yoluyla halkın karar ve denetim süreçlerine katılımının güvence altına alınması,
- Kadın ve LGBTİ’lerin, engellilerin, yaşlıların ihtiyaçlarını gözeten bir şehircilik anlayışının bilince çıkarılıp uygulanması,
- Sermayenin değil toplumun çıkarlarını gözeten bir belediyecilik yapılması…
Bu ilkeler doğrultusunda anti-faşist cephenin bu seçimlerde güç kazanması gerekiyor. Yerel yönetim koltukları üzerinden pazarlığa girişilmemeli veya “ben güçlüyüm, her hal ve şart altında beni desteklemek zorundasınız” tutumuna girilmemelidir.
Adana milletvekili olarak Adana halkıyla seçim sürecinde ciddi bir buluşmanız olmuştu. Yüzlerce toplantıyla Adana halkıyla yüz yüze buluşmuş, konuşmuştunuz. Şimdi halkın oylarıyla seçildiniz. Seçim bölgenizin halkıyla ilişkilerinizi nasıl sürdüreceksiniz?
Adana geçmişte büyük bir sanayi kentiydi ve bu nedenle de ciddi oranda işçi göçü alıyordu. Fakat şu anda, teşviklerin başka kentlere yöneltilmesi nedeniyle hızla sanayisizleşiyor. Bunun doğrudan sonucu ise işsizliğin ve yoksulluğun hızlı biçimde artmasıdır. Adana, Türkiye’de işsizlik oranı bakımından ikinci sıradadır. Bu nedenle Adanalı işçi ve emekçilerin istihdamının sağlanması için gerekli olan bütün tedbirlerin hızlı biçimde alınması sağlanmalıdır. Bizler HDP’li Adana milletvekilleri olarak bu ilin en önemli sorunun çözümünün takipçisi olacağız.
Adana aynı zamanda bir tarım bölgesi. Çukurova, Türkiye’nin en önemli tarım üretimi bölgelerinden biridir. Fakat tarım alanlarının imara açılması, tarım alanlarının daralmasına neden olmuştur. İkincisi, çeşitli tarım ürünlerine kota ve kısıtlama getirilmesidir. Bu politikalardan en fazla etkilenen illerden biri Adana’dır.
Bu temel sorunları dile getirmek bizim görevimizdir. Gücümüz yettiğince bu konuları Meclis’te gündem yapacağız.
Bunun yanı sıra Mersin’de Akkuyu nükleer santral projesi var. Bu proje aslında bütün Akdeniz’i etkiliyor. Biz bu projeye karşı da mücadele edeceğiz.
Adana’nın bir yönü az biliniyor. Ben seçim çalışmaları sırasında bunu daha iyi fark ettim ve çok etkilendim: Halkların kardeşleşmesi. Kozmopolit bir kenttir Adana. Burada Kürtler, Araplar, Türkler çok iyi ilişkiler kurmuş durumda. Halklar arasında kurulan bu kardeşlik köprüsünü daha da güçlendirmek ve öne çıkarmak da bizim görevlerimiz arasındadır.
HDP, öteden beri yerelinden, seçmen kitlesinden kopmayan bir milletvekili profilini hedefliyor. Bu, bizim yaşamımızın bir parçası; aynı zamanda Partinin kimliğinin de bir unsuru. Bizler, seçilip Ankara’ya yerleşmiş, kendi yereliyle bağları olmayan vekil tipini reddediyoruz. Tam tersine, Adana’da bulunan bütün haklarla, Adana’nın işçisiyle, emekçisiyle, kadınlarıyla, çocuklarıyla, doğasıyla iç içe olmayı hedefliyoruz.
Bu bakımdan, seçimlerin bitmesinden sonra, Partinin verdiği merkezi bir görev olmadığı zamanlarda bütün vaktimizi oralarda geçiriyoruz. Sürekli olarak esnaf ziyaretleri, halk ziyaretleri, halk toplantıları, kadın toplantıları yapıyoruz. Seçim sürecinde doğrudan temas edip oyunu istediğimiz onbinlerce insana şimdi teşekkür ziyaretleriyle yeniden gidiyor ve yüz yüze ilişkimizi sürdürüyoruz.
Siz bir HDP milletvekilisiniz ve “Halkların” Demokratik Partisi, diğer halklarla birlikte Arap Alevilerin taleplerinin de sözcüsü olmayı hedefliyor. Bu son seçimlerde bu hedef doğrultusunda önemli bir başarı elde edildi. Hatay’dan Barış Atay, Adana’dan siz Arap Alevi milletvekili olarak seçildiniz. Aslen Samandağlı Arap Alevi bir ailenin çocuğusunuz. Ama aynı zamanda sosyalistsiniz.
Arap Alevilerin Ğadir Hum bayramının tatil günü olarak ilan edilmesi için bir kanun teklifi verdiniz. Bir sosyalistin, kaynağı inançlara dayalı bir bayramın tatil günü ilan edilmesini öneren bir kanun teklifi vermesi bir çelişki olarak algılanabilir mi?
Ben mücadeleye sosyalist kimlikle başladım. Dünyaya emek-sermaye çelişkisi ve sınıflar mücadelesi ekseninde bakan biriyim. Ama ben aynı zamanda, emek-sermaye çelişkisinin toplumdaki tek çelişki olmadığını, bunun yanı sıra ezen ve ezilen cinsiyetler, ezen ve ezilen halklar ve inanç toplulukları vb olduğunu da bilince çıkaran ve bu çelişkileri devrim mücadelesine kanalize etmeyi hedefleyen bir sosyalist ekolden geliyorum. Bu sosyalizm anlayışı, tarihsel devrimci dinamikleri / komün geleneğini işçi sınıfının modern devrimciliğine bağlamayı önemser.
Ben bir sosyalistim, ama aynı zamanda kadınım. Aynı zamanda ezilen, dışlanan, sistematik biçimde asimile edilmeye, dili unutturulmaya çalışılan Arap Alevi toplumunun çocuğuyum. Bütün halklar ve bütün inanç topluluklarıyla birlikte Arap Alevi toplumunun da haklarını ve özgürce var oluşunu savunmak sosyalist bilincimin gereğidir. Dahası, içinden geldiğim Arap Alevi toplumunun haklarını savunmak ve sözünü biraz daha yüksek sesle dillendirmekle yükümlüyüm.
Kaldı ki, dinsel bir kökene sahip olsa da Ğadir Hum bayramı Arap Alevilerin toplumsal kimliğinin en önemli unsurlarından biridir. Sünni Müslümanlar için Ramazan bayramı ve Kurban bayramı ne kadar önemliyse Arap Aleviler için de Ğadir Hum bir o kadar önemlidir. Bu bayram gününün tatil günü olarak ilan edilmesi sayıları milyonları bulan Türkiyeli Arap Aleviler için çok büyük öneme sahiptir.
Halkların Demokratik Partisi’nin bir milletvekili olarak bu konuda gerekli mücadeleyi vermemden daha doğal bir şey olamaz.