Bu yazımızda, son zamanlarda yaptığımız açıklamalara paralel olarak Evrim ve tesadüf ilişkisini inceleyeceğiz. İlk olarak bunlara kavramsal ve terminolojik olarak değineceğiz, sonrasında ise birbirleriyle olan ilişkilerine bakacağız.
Bildiğiniz gibi aynı zamanda gizliden gizliye bilim düşmanı olan Evrim karşıtlarının çoğunun ileri sürdüğü argüman, Evrim’in “tesadüflerle dolu” olduğu ve Evrim’in her şeyi “tesadüfler” ile açıkladığıdır. Yani bu kişilere göre Evrim, Evren’in başlangıcından tutun da, insanların kararlarına kadar her şeyin tesadüf eseri var olduğunu ileri sürmektedir. Bu iddilar pek çok yönden yanlış, eksik, üzerinde düşünülmeden sarf edilmiş ve daha fenası bilimsel olarak geçersizdir. Bunlara az sonra geleceğiz. Şimdi biraz terminoloji:
Tesadüf, etimolojik tanımıyla birbiriyle ilişkisiz, aralarında bir bağ bulunmayan veya tanımlanamayan olayların genellikle eş zamanlı olarak ortaya çıkması, oluşması, meydana gelmesi demektir. Tesadüf kelimesi, bilim düşmanlarının ağızlarından eksik etmemelerinden de anlaşılabileceği gibi aslında bilimsel bir terminolojiye sahip değildir ve günlük ağızda kullanılmaktadır. Çünkü bilimde her şey görecelidir ve birbiriyle tamamen alakasız gibi görünen olaylar bile, tanımlamaya göre birbiriyle oldukça alakalı olabilmektedirler. Örneğin “yağmurun yağması olayı” ile “otoyollarda araç sürebiliyor olduğumuz” gerçeği birbiriyle alakasız iki olgu gibi gözükse de, doğru tanımlamalar altında en nihayetinde otoyolun da, aracın da, bulutun da, yağmurun da yapıtaşı olan atomlar benzer yıldızlarda üretilmiştir ve aralarında bu şekilde bir bağ vardır. Olaylar üzerinden gidecek olursak, Dünya’nın diğer ucunda, örneğin Amerika’da, yolda yürürken Türkiye’deki okuduğunuz ilkokuldan bir arkadaşınızla karşılaşmanız, halk dilinde “tesadüf” olarak anlaşılabilir; ancak bilimsel olarak doğru tanımlamalar altında arada pek çok bağ ve ilişki bulunabilir: En nihayetinde o da, siz de benzer planlarla, benzer uçaklara binip, benzer rotalardan, belirli zamanlarda şehir/ülke değiştirmiş ve konumsal olarak oldukça çok sayıda olan ihtimaller evreninde, aynı lokasyona denk düşme olasılığınız gerçekleşerek Amerika’da, hiç beklenmedik bir an ve konumda karşılaşmışsınızdır. Yani aslında “tesadüf eseri” olan bir durum yoktur. Sıradan bir göze “tesadüf” olarak gelen bu olay, tarafsız ve bilimsel olarak düşünüldüğünde oldukça somut, mantıklı, tekrar edilebilir ve izlenebilir olaylar dizisi sonucunda gerçekleşmiştir. İşte bu sebeple “tesadüf” kelimesi, bilimsel olarak son derece zayıf, güçsüz, işlevsiz ve geçersizdir.
Öyleyse daha bilimsel bir tanımlama yapmamız gerekmektedir. Burada karşımıza olasılık kavramı çıkar. Matematik biliminin ilgi alanlarından biri olan olasılık, temel olarak bir olayın gerçekleşmesiyle ilgili bilgilerin, konuyla alakalı tüm bilgilere olan oranı olarak tanımlanabilir. Yani bir olayın gerçekleşme olasılığı, o olayı tanımlayan koşulların, o olayla ilgili tüm diğer olayların ve koşullarının matematiksel toplamlarının oranına eşittir. Bu olay ve koşulların toplamına olasılıklar evreni (evrensel küme) denir. Belki bu tanımlamadan da anlayabileceğiniz gibi bir olay ile ilgili sonsuz çeşitte olasılık tanımlanabilir.
Örnekleyelim: Oldukça sıradan da olsa, içerisinde 10 mavi, 10 kırmızı 20 bilye bulunan bir torbadan, torba içerisindeki dağılımdan kesinlikle bihaber olarak ve çevresel tüm etmenleri göz ardı ederek 1 tane mavi bilye çekme ihtimalimiz 2’de 1’dir. Bu bir olasılıktır. Gerçekleştiği zaman, olasılık gerçeğe dönüşmüş gerçeklenmiş olur. Ancak kişi, daha farklı durumların bilye çekimi üzerindeki etkisini incelemek istiyor olabilir. Örneğin, bilye çekim işlemi sırasında bir deprem olmasından ötürü bilye çekemeyecek konuma düşmemiz (çevresel etmen) incelenmek isteniyor olabilir. Bu durumda, olasılık kavramının tanımı gereği, deprem olgusunun işin içerisine girmesiyle, deprem ile ilgili tüm olay ve koşulların da evrensel kümeye dahil edilmesi gerekir. Yani deprem gerçekleşme sıklığı, bilye çekim işlemini imkansız hale getirecek kadar güçlü bir deprem gerçekleşme durumu, bulunulan konumun depremden etkilenme miktarı, bilye çekim işlemini yapan kişinin görevi yerine getirmek konusundaki kararlılığı ve daha yüzbinlerce koşul ve olasılık. Bunlar, olasılık oranının paydasını oluşturan evrensel kümeye dahil edildiğinde, payda o kadar büyür ki, olasılık değeri bir anda sıfıra yaklaşır (ancak sıfır değildir!). Belli bir oranın altındaki olasılık değerleri ise kimi koşulda göz ardı edilebilir. Örneğin, bir odanın ısıtılmasıyla ilgili bir mühendislik sorununda, oda içerisinde bulunabilecek sineklerden ötürü oda sıcaklığının beklenenin altında ya da üstünde olması ve bu sapma miktarı göz ardı edilebilecek kadar küçüktür. Aslında bu hayvanların varlığı oda sıcaklığını etkiler, ancak günlük kullanımlarda bunun önemi yoktur. Öte yandan eğer odanın sıcaklığının 1 derecenin milyonda biri kadar etkilenmesine hassas olması isteniyorsa (örneğin çok hassas kimyasallar barındıran bir odada ya da nükleer panellerde, vs.), o zaman sıcaklığı etkileyebilecek en ufak etkene karşı bile önlem alınabilecek ve daha önce göz ardı edilemez olan durumlar, göz önüne alınmak zorunda kalınacaktır (örneğin oda vakumlanacak ve mühürlenecektir, böylece hiçbir hayvan içeriye girip çıkamayacaktır). Dediğimiz gibi, bilimde her şey görecelidir ve bilim düşmanları bu basit çıkarımları bile yapamadıkları için sıklıkla gülünç hatalara düşmektedirler.
Olasılık, bilimin önemli tanımlarından biridir çünkü yukarıda da örneklediğimiz gibi sayısız alanda kullanılabilir. Bu noktada bir diğer önemli terim de, nötrlenebilirlik kavramıdır. Yani bazı olasılık durumları, birbirini karşılıklı olarak etkileyeceği için, toplam etki sıfırlanacaktır. Yukarıdaki sinek-sıcaklık-oda üçlemesinde, sineklerin etkisinin göz ardı edilebilmesinin nedenlerinden biri, yine yukarıda açıklandığı gibi bu etkinin önemsiz derecede küçük olmasıdır. Diğer neden ise, sineklerin odada bulunduğu zaman dilimleri ile bulunmadığı zaman dilimlerinin istatistiki olarak birbirine hemen hemen eşit olması, bu sebeple de oda üzerindeki etkilerinin nötrlenmesidir. Öte yandan, sineklerin sıcaklık üzerindeki etkileri gibi öngörülemez (ya da daha zor öngörülebilir) etmenler, başka öngörülemez (ya da daha zor öngörülebilir) etmenler ile dengelebilir (beklenmedik ısı kayıpları/kazançları, oda kullanımında beklenmedik durumlar, odadaki elektronik aletlerdeki aksamalardan ötürü salınan beklenmedik düzeyde ısı, vb.).
Anlayabileceğiniz gibi, bilimde pek çok şey olasılıklar üzerinden aktarılır. Burada bir bağlamı da göstermek istiyoruz:Bilim, “gerçek” dediğimiz ve doğada herhangi bir insan müdahalesi olmadığı müddetçe değişmeksizin var olan olay ve olguları bulmaya en yüksek başarıyla ulaşabilen tek bilgi türüdür (diğer bilgi türlerinin en önemli ikisi din ve felsefedir). Çünkü metotlarını doğanın gerçeklerinden alır ve onlar üzerine kurar. Tüm insan müdahalelerini dışarıda bırakır, buna duygular, istekler, arzular, hisler de dahildir. Daha sonra, tarafsızlık zırhını metodu içerisine dahil eder, böylece düşünsel taraflılıkları da göz ardı eder. Konusunu sadece doğadan ve doğal olaylardan seçer, böylece hedefi sadece ve sadece gerçekten var olan olay ve olgular kümesi haline gelir. Bu sayede de diğer güvenilmez bilgi türleri gibi asla yolundan sapmaz. İşte olasılık kavramı da, doğanın kendisinden çıkan bir kavramdır. Doğanın kendisinde, herhangi bir olayı etkileyen (yukarıdaki torbadan bilye çekme veya sinek/sıcaklık örneğinden de görebileceğiniz gibi) aslında sonsuz sayıda değişken vardır. Biz günlük hayatta bunların çok kısıtlı miktardakilerini kullanır, göz önüne alırız. Bilim, gerekli durumlarda, bizim gündelik yaşantımızda kullandıklarımızdan kat be kat fazlasını göz önüne alır. Fakat doğanın kendisinde ise, bilimin kullandıklarından ve göz önüne aldıklarından bile kat be kat fazla değişken vardır. İşte tam olarak bu sebeple, bilimde kesinlik yoktur, çünkü bilim kendisini, ne olduğunu ve ne olmadığını bilir. Somuttur, ayakları yere basar ve bilmediğini “Bilmiyorum!” deme cesaretni gösterir. Diğer bilgi türlerinde olduğu gibi, uydurmaya, kişisel ve ispatlanamaz, doğada karşılığı bulunmayan veya aranamayan açıklamalar yapmaz. Öte yandan bilimde kesinlik olmaması, onun diğerlerinden başarısız ya da güvenilmez olduğu anlamına gelmez. Tam tersine, bilimin daha güvenilir; hatta din ve felsefe ile kıyaslanamayacak kadar daha güvenilir olduğunu gösterir; çünkü “Neden?” diye sorulduğunda “Ben öyle diyorum/inanıyorum/istiyorum da ondan.” ya da “Çünkü öyle buyurulmuş/istenmiş/emredilmiş.” ya da “Çok düşünme, senin aklın buna yetmez; kabul et ve geç.” gibi klişelerden fazlasını verebilecek tek bilgi türüdür. Diğer bilgi türleri, insanı kesinlikler ve kurallar zinciriyle boğmaya çalışırken, doğada asla kesinlikler olmadığını, dolayısıyla insan yargılarının da kesinlikler üzerine kurulu olamayacağını fark edecek kadar ileri gidebilmiş tek bilgi türüdür. İşte bu yüzden, bilime güvenebilirsiniz.
Şimdi bu kadar terminolojiden sonra, Evrimsel Biyoloji (bir bilim türü, dolayısıyla yukarıdaki açıklamaların tamamı burada da geçerli) ve olasılıklar ilişkisine dönelim. Yukarıda da açıkladığımız gibi, doğa kesinlikler üzerine kurulu olmadığı için (ki bu da aslında doğanın her ne kadar bu doğa içerisinde evrimleşmiş insan algısına “kusursuz ve ince ayarlanmış” gibi gelse de ne kadar kaotik, düzensiz ve öngörülemez olduğunu gösterir; bu başka bir yazının konusu), Evrim de olasılıklar içermektedir. Evrim, doğa ile birebir ilgili olan ve doğadaki diğer varlık formlarının yapamadığı biyokimyasal reaksiyonları gerçekleştirebilen ve bizlerin “canlı” dediğimiz varlık formlarının kendi içlerinde olan değişimlerini ve zaman cetvelindeki farklılaşmalarını inceleyen bilim dalıdır. Doğada -şimdilik- öngörülemez sonsuz sayıda değişken olduğu için, canlılar üzerine de sonsuz sayıda değişken etki etmektedir. Bu da, Evrim’in bir kısmının öngörülemez olmasına sebep olur. Örneğin, meşhur “Evrim Tarihi’ni başa sarsak ve Dünya’yı kendi başına bıraksak, günümüzdeki aynı canlılar oluşur muydu?” sorusu, bunu güzel bir şekilde örnekler. Cevap -muhtemelen- hayırdır. Çünkü eğer sonsuz sayıdaki doğal değişkenin istisnasız hepsini bugüne kadar olan sıra, şiddet ve biçimiyle yeniden sağlamazsanız, Evrim Mekanizmaları farklı yönde türleşmelere sebep olacak ve bugünkünden çok farklı canlılar ortaya çıkabilecektir. Bu yüzden Evrim’in günümüzdeki yönü de bilinemez. Bundan bir milenyum ya da milyon yıl sonra ne tip canlılar var olacağını öngörmek olanaksızdır.
Şimdi en yukarıdaki şu iddialara dönüş yapalım, bu bilgiler ışığında: Evrim “tesadüflerle dolu”dur ve Evrim her şeyi “tesadüfler” ile açıklar. Yani Evrim, Evren’in başlangıcından tutun da, insanların kararlarına kadar her şeyin tesadüf eseri var olduğunu ileri sürmektedir.
Tahmin ediyoruz ki bu insanların ne kadar üzücü bir cahilliğe sahip olduklarını artık görebiliyorsunuzdur. İlk olarak, Evrim teknik olarak “tesadüfler ile dolu” olmasa bile, olasılıkları ve rastlantısallıkları (beklenmedik olasılıkların gerçekleşmesi olarak tanımlanabilir; “tesadüf” kelimesinin daha bilimsel tanımıdır) içermektedir. Bu son derece doğaldır, çünkü doğadaki sonsuz sayıda değişken, belirli olasılıklar dahilinde işlerler ve bu sebeple de doğanın zaten kendisi “tesadüfler ile dolu”dur; daha bilimsel şekliyle “olasılıklar zincirine bağlı rastlantısallıklar içerir”. Evrim de, bir doğa bilimi ve öte yandan bir bilimsel gerçek olarak elbette bir miktar rastlantısallık unsurları içermektedir. Ancak Evrim’in tamamı tesadüfler üzerine mi kuruludur? Asla! Buna az sonra geleceğiz.
Hemen ikinci iddiaya geçelim: “Evrim her şeyi tesadüflerle açıklar“. İlk olarak burada, yanlış bir argüman üretilmekte ve insanların duygularına hitap edilmeye çalışılarak mantıksal süreçleri kırmak hedeflenmektedir. Çünkü daha en başından, Evrim “her şey”i açıklamaya yönelik bir kuramlar zinciri ya da doğa gerçeği değildir. Evrim olgusunun kendisi açıklanmaya çalışılan bir gerçektir ve Evrim Kuramları da sadece canlıların nasıl türleştiğini ve çeşitlendiğini açıklar. Örneğin Evren’in nasıl var olduğu konusuyla ilgilenmez ve bir açıklamada bulunmaz. Bu, Fizik’in konusudur. Dolayısıyla Evrim Kuramı’na olduğundan fazla anlam yüklemek, Evrim’e zarar vermez ama kişilerin bir bilim gerçeğini anlamasını zorlaştırabilir -ki aslında bilim düşmanlarının istediği de budur, bu yüzden Evrim’i abartarak sanki tüm bilimlerin üzerindeymiş gibi göstermeye çalışırlar. Peki Evrim, kendi konusu dahilindeki her şeyi tesadüflerle (ya da bilimsel tabiriyle olasılıklar ile) mi açıklar? İşte bu bizi, son konumuza getiriyor:
Evrim’in açıklama gücünden pek çok yazımızda bahsettik. Bu açıklama gücünü Evrim’e kazandıran olgu, Evrim Mekanizmaları olarak bilinen 6 temel mekanizmadır: Doğal Seçilim, Yapay Seçilim, Cinsel Seçilim, Mutasyonlar, Genetik Sürüklenme, Göçler. Bunların ayrıntılı açıklamaları için Yazı Dizini’mizdeki “Evrim Mekanizmaları Yazı Dizisi”ni okuyabilirsiniz. Biz burada sadece bunların rastlantısallık miktarlarını inceleyeceğiz.
1) Doğal Seçilim: Doğal Seçilim temel olarak canlılarda diğer mekanizmalar ve doğal süreçler sebebiyle meydana gelen varyasyonların doğal koşullar altında canlının ortama en uygun (adapte) olanlarının seçilmesi ve üremesi, böylece kendilerindeki bu varyasyonlara sebep olan “güçlü” (adapte olmayı sağlayan) genleri yavrularına aktarabilmesi olarak tanımlanabilir. Doğal Seçilim’de, temel olarak hiçbir rastlantısallık (halk diliyle “tesadüf”) unsuru yoktur.Varyasyonlara Doğal Seçilim sebep olmaz (buna az sonra değineceğiz), Doğal Seçilim, sadece bu canlıların doğada şahsi becerilerinden ve/veya genetik niteliklerinden dolayı seçilmeleri veya elenmeleri demektir. Doğa koşullarının kendisi rastlantısaldır (3645 yılının Ocak ayının 24’ünde hava sıcaklığını, nemi, bitki örtüsü dağılımını, vb. bilmemiz olanaksızdır). Ancak Evrim bu durumu kendisinin dışarısında bırakır ve var olan koşulları “geçici normlar” olarak görür. O anda ortam her nasılsa, ona en uyumlu olanlar seçilir, diğerleri elenir. Burada bir rastlantısallık unsurundan bahsedilemez.
2) Yapay Seçilim: Olabilecek en az rastlantısallığa sahip olan mekanizmadır. Doğrudan bir canlının, bir diğerini belirli ve istenen özelliklerine göre seçmesi demektir. Bilinçli olarak yapılan bu sürekli seçim sonucunda nesiller içerisinde canlılar türleşir ve evrim geçirirler. Bu sebeple, Yapay Seçilim’de de hiçbir rastlantısallık (halk diliyle “tesadüf”) unsuru yoktur.
3) Cinsel Seçilim: Cinsel Seçilim, bir türün bireylerinin, karşı cinsiyettekileri belirli fiziksel özelliklerine ve niteliklerine göre seçmesi ve cinsel tercihlerini belirli özellikteki bireylerden yana kullanmaları demektir. Bunun sonucunda belli özelliklere sahip olanlar daha çok üreyebileceği ve kendilerinde, karşıt cinsin seçimini kendisinden yana kullanmasında etkin olan özellikleri yavrularına aktarabileceği için belirli bir yönde evrim gerçekleşir. Bu mekanizma da tamamen canlıların bilinçleri ve tercihleri doğrultusunda işler. Dolayısıyla Cinsel Seçilim’de de hiçbir rastlantısallık (halk diliyle “tesadüf”) unsuru yoktur.
4) Genetik Sürüklenme: Genetik Sürüklenme temel olarak küçük bir popülasyondaki genlerin belirli bir yönde seçilerek popülasyonun bu ata bireylerin özelliklerini yoğunluklu olarak taşıyacağı şekilde evrimleşmesi demektir.Genetik Sürüklenme çok az bir miktar rastlantısallık unsuru içerir; bu unsur da doğanın kendi koşullarından kaynaklanmaktadırAncak bu Evrim’in rastlantısal olmasından değil, doğanın rastlantısal olmasından kaynaklanmaktadır. Üstelik kimi durumda, sosyal türlerde, sürü liderinin bilinçli kararı ile bu ayrılmalar gerçekleşebilir ve bu durumda yine hiçbir rastlantısallık unsuru kalmaz.
5) Mutasyonlar: İşte bu, Evrim’in belki de en çok göze batırılmaya çalışılan mekanizmasıdır, çünkü daha çok rastlantılar üzerine kurulu olan tek mekanizma budur. Mutasyon, genel olarak rasyasyon ve kimyasallar etkisinde genetik materyalin değişmesi demektir. Ancak unutmamak gerekir ki bu asla mutasyonların tek gerçekleşme yöntemi değildir. Fakat olasılıklar konusunda bizi ilgilendiren kısmı budur. Diğer tiplerini görmek için Evrim Mekanizmaları yazı dizimizi okumanızı şiddetle tavsiye ediyoruz. Mutasyonların rastlantısal olan kısmı, dediğimiz gibi ışımaları, radyasyonu ve kimyasalları içerir. Ancak yine karşımıza Evrim’in değil, doğanın rastlantısal olduğu gerçeği çıkmaktadır. Doğa, şu anda koltuğunuzda ya da yatağınızda bu yazıyı okurken bile vücudunuza girip çıkan, etrafınızdan geçen ve tüm Dünya’yı ve Evren’i dolduran kuvvetli, kuvvetsiz, hızlı, yavaş, büyük, küçük enerji paketleri, kimyasallar ve benzerleri ile doludur. Ve bunlar, sizin vücudunuza çok çeşitli açı, şiddet, büyüklük ve hızlarda girebilir. Örneğin bilgisayarınıza doğrudan ve dik bir oturma pozisyonunda aldığınız radyasyonun etki açısı ve şiddeti ile, yan olarak oturup, kamburunuzu çıkardığınızda aldığınız radyasyonun etki açısı ve şiddeti birbiriyle aynı değildir. Bu, vücudunuza giren enerjinin, farklı hücrelere, farklı şekillerde dağılmasına sebep olur. Ve bu sebeple de bir durumda karaciğer hücreleriniz daha fazla ışımaya maruz kalırken, bir durumda üreme hücreleriniz ışımaya daha fazla maruz kalmaktadır. İşte tam olarak bu sebeple, yani doğadaki ışımalar rastlantısal olduğu için mutasyonlar rastlantısaldır, Evrim öyle söylediği için değil. Ancak dediğimiz gibi, mutasyonların bile kontrollü bir şekilde meydana geldiği durumlar da mevcuttur (seyrek de olsa). Yazı dizimizde buna da değinmiştik.
6) Göçler: Göç kavramı, bildiğiniz gibi, popülasyonun tamamı ya da bir kısmının, bulunduğu yerden başka bir bölgeye gidip yerleşmesi ve oradaki popülasyon ile genetik olarak karışması durumudur. Bu da Evrim’in rastlantısal sayılabilecek; ancak çoğunlukla bilinç dahilinde gerçekleşen bir mekanizmasıdır. Göçler, zorlama yoluyla olabildiği gibi (doğal ya da beşeri etmenlerle), tamamen bilinçli ve isteğe dayalı bir şekilde de (üremek için göçmek, kaynakların tükenmesinden ya da elverişli olmamasından dolayı göçmek, vb.) olabilir. Dolayısıyla göç mekanizmasında da rastlantısallığın etkisinin oldukça az olduğunu söyleyebiliriz.
Şimdi, elimizde yaklaşık bir tablo var. Ve bu tabloya baktığımızda, Evrim Mekanizmaları’ndan sadece 1 tanesinin rastlantısallık ağırlıklı (mutasyonlar), 2 tanesinde ise çok az da olsa rastlantısallık etkisi olduğu (göçler ve genetik sürüklenme), geri kalanlarında ise hiçbir ratlantısallık unsuru bulunmadığını görürüz. Yani, şimdilik elimizdeki bilgiler dahilinde, Evrim’in 6’da 1’lik bir kısmı rastlantılara dayanmaktadır diyebiliriz. Öte yandan gerçek hayatta bu oran %80-90’lara kadar çıkabilmektedir. Yani Evrim, bu kadar rastlantısal bir dünyada, oldukça az rastlantısallık unsuru içeren bir bilimsel gerçektir.
Buraya kadar olan kısmın özeti şudur: Evrim’de rastlantısallık (halk diliyle “tesadüfler”) iddia edilenden çok çok daha az etkili olmakla birlikte, Evrim’in geneline bakıldığında önemsiz kalacak kadar az etkilidir.
Peki ya Canlılığın Başlangıcı? Burada rastlantısallık var mıdır?
Burada hemen şunu altını kalın çizgilerle çizerek söylemek istiyoruz: Evrim, hayatın başlangıcı ile ilgili değildir! Dolayısıyla Evrim Kuramları da, hayatın başlangıcı ile ilgilenmez! Bununla ilgilenen farklı kuramlar (Abiyogenez Kuramı, Panspermia Kuramı) ve asılsız/ispatsız iddialar (Yaratılış İddiası, New Age Yaratılış Modeli, Ototrof Hipotezi, vb.) vardır. Dolayısıyla doğrudan Evrim Kuramı ile ilgilenen biri, yaşamın nasıl başladığı ile ilgilenmez. Yaşam, “bir şekilde” başladıktan sonra, nasıl çeşitlendiği ile ilgilenir.
Öte yandan yine de biz Biyologlar olarak bu konuyla da ilgileniyoruz. Ancak canlılığın başlangıcını zaten Canlılığın Evrimi yazı dizimizde ayrıntısıyla ele aldık. Size sadece, olasılıklarla ilgili açıklamalar yaptığımız (“Proteinlerin oluşabilmesi ihtimali 10 üzeri bilmem kaçtır, imkansızdır!” gibi iddialara verdiğimiz bilimsel cevaplar da mevcut) şu yazımızı vereceğiz:
https://www.facebook.com/note.php?note_id=166231583434925
Mutlaka okumanızı tavsiye ediyoruz (mümkünse tüm diziyi okuyunuz).
Peki ya Evren? Evren’in oluşumu da mı tesadüf?
Burada çok ciddi bir yanlış yapılmaktadır ki buna yukarıda da değinmiştik: Evrim Kuramı’nın Evren veya başlangıcı ile hiçbir ilgisi ve alakası yoktur! Evrimsel Biyologlara Big Bang Kuramı ile ilgili sorular sormak, otomobil tamircisine 100 katlı bir bina inşa etmek için kolonların dayanması gereken stres dağılımı grafiğini sormak gibidir. Belki bir fikri olabilir tamircinin, ancak bir yetkisi yoktur. Dolayısıyla soru sormadan önce, soruyu yönelteceğimiz kişinin bu konuda ehli olup olmadığı ve bu sorumuza cevap verme yetkisine sahip olup olmadığı belirlenmelidir.
Bu tip alakasız soruların yöneltilmesinde cehaletin ve bilimin ayaklar altına alınmasının çok ciddi bir rolü vardır. Ne yazık ki insanlar bilimi o kadar basit görmektedirler ki, kahvehanelerde bile bilimsel konular konuşulabilir ve daha fenası, bu konular hakkında yargılara varılabilir hale gelinmiştir. Bu asimilasyondur, cehalettir ve saygısızlıktır. Bilim, üniversiteler ve akademilerde üretilmeli ve bu konuyla ilgili konferanslarda görüşülmeli, fikirler buralarda beyan edilmeli ve en azından yargılara bu tip konferanslardaki bilimsel araştırmaların sunulması sonucu varılmalıdır. Sadece “maymun-insan ilişkisi” konusunda 3 kuruş bilgiye sahip insanlar yorum yapmaya kalkar ve bunu Dünyaca ünlü profesörmüş edasıyla ilan ederse, hiçbir yere varılamaz ve bu işe ömrünü adıyan binlerce profesöre hakaret olur. Buna izin veremeyiz.
Konuya dönecek olursak. Büyük Patlama’nın veya herhangi bir diğer Evren-başlangıcı kuramının, rastlantısal etkilere dayanmaması için herhangi bir sebep göremiyoruz. Zira doğadaki istisnasız her şey, doğa-üstü bir tasarımcıya ihtiyaç duyulmadan bilimsel metotlarla açıklanabiliyor. Doğaların bütünü olarak görebileceğimiz Evren’in başlangıcının da bu şekilde bilimsel bir açıklaması olmaması garip olurdu. Ne var ki, ünlü Astrofizikçilerin dahiyane buluşları sayesinde, artık günümüzde Evren’in de son derece doğal bir şekilde, hiçlik içerisinden doğduğunu biliyoruz.
Unutmamak gerekiyor ki, biz bu Evren’in bir ürünüyüz ve bu Evren, bu şekilde var olduğu için biz var olabildik,bu şekilde düşünebiliyoruz ve yargılara varabiliyoruz. Ne yazık ki insan aklının kibrinden ve egosundan ötürü sanki Evren bizim için varmış gibi düşünmeyi seviyoruz ve istiyoruz. Ancak artık net bir şekilde biliyoruz ki, ne insanın doğada özel bir yeri var, ne Dünya’nın Güneş Sistemi’nde özel bir yeri var, ne Güneş Sistemi’nin Evren’de özel bir yeri var, ne de Evren bizler için var. Evren, şu anda burada giremeyeceğimiz kadar karmaşık ve bu konuda üniversite dersleri almayı gerektirecek kadar geniş kavramlarla açıklanacak bir şeklilde başladı ve doğal süreçler sonucunda, gerek rastlantıların, gerekse de sıradan olasılıkların gerçeklenmelerinin sonucunda hayat, en azından bildiğimiz kadarıyla Dünya isimli gezegen üzerinde başladı.
Tüm bunların olmasında doğa üstü bir güç arama isteği, insanın algı kapasitesinin sınırlı veya en azından körelmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Anlayamadığımız için, olamayacağını düşünürüz.
Nedense asla bilgisiz olduğumuz için anlamadığımız aklımıza gelmez.
Ya da kabullenmek istemeyiz.
Sözlerimizi, üstat Galileo’nun Engizisyon Mahkemesi’nin Dünya’nın Evren’in merkezinde olmadığını kabul etmesi için baskılarken yaptığı konuşmadan bir cümle ile bitirmek istiyoruz:
“Ben aksini iddia etsem de, Dünya dönüyor!”
Konuyla ilgili diğer iddialar olan “Evrim’in var olması, karmakarışık bir hurdalığa giren kasırganın, geçtikten sonra arkasında, hurdalık parçalarından tesadüfen oluşturduğu bir Boeing 737 var etmesine benzer.” ya da “Evrim’in varlığı, bir masa üzerindeki boyaların tesadüfen kağıt üzerine sıçraması sonucu, tesadüfen bir Mona Lisa çizilmesine benzer.” gibi akıl ve bilim dışı iddialara verdiğimiz cevapları barındıran şu yazımızı tavsiye ediyoruz:
https://www.facebook.com/note.php?note_id=190432727681477
Umarız faydalı olmuştur.
Saygılarımızla.
ÇMB (Evrim Ağacı)
http://www.evrimagaci.org/makale/13
Kaynaklar ve İleri Okuma: