SEÇTİKLERİMİZ – Esra Özakça’nın Reportare’de İrem Afşin’le yaptığı röportajı: Semih Özakça’nın eşi, aynı zamanda kendisi de bir KHK mağduru olan meslektaşı, direniş yoldaşı Esra Özkan Özakça yaşanan süreci anlatıyor.
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın Ankara Yüksel caddesinde İnsan Hakları Anıtı önünde 210 gündür devam eden direnişleri, ülkemizde haklı olanın ses çıkarması ve kamuoyu vicdanında açtığı gedik ile konuşulmaya devam ediyor. 90. Gününe giren açlık grevi eylemini ve tüm direniş sürecini, Semih Özakça’nın eşi, aynı zamanda kendisi de bir KHK mağduru olan meslektaşı, direniş yoldaşı Esra Özkan Özakça ile konuşuyoruz.
Karşımda oturan genç öğretmen; güldüğü zaman gözlerinin içi parlayan, 14. Gününe giren destek açlık grevi nedeniyle sararmış olsa da sevdası yüzünün ifadesinden ve her halinden belli bir kadın. Tüm röportaj boyunca haklı olmanın ve hakkını aramanın gücünden, ama en çok yaşama olan tutkulu bağlılıktan konuşuyoruz. Ülkenin doğusunda bir köyde, küçük çocukların yaşamında bir ışık yakan iki öğretmenin, başkentte bir sokakta elele iki direnişçiye dönüşmesinin hikayesini Esra Özakça’dan dinlerken, sıradan olmakla kahraman ilan edilmek arasındaki ince çizginin kendi iradesinin gücüne inanan bir insan için çok da önemli olmadığını, birlikten nasıl bir kuvvet doğabileceğini yeniden öğreniyorum.
Yüksel direnişi, aynı zamanda sayıları 110 bini aşan KHK mağdurlarının ve ailelerinin de hikayesi. Özakça çiftinin yolculuğunun hikayesini okurken, ülke genelinde bir çok ailenin benzer zorluklarını da düşünmenizi dilerim.
MİA: Röportajımız yayınlandığı gün, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın direnişi 210. günde, açlık grevi 90. Günde olacak. Ve hapishanede 14. Günleri dolacak. Açlık grevinin 60. Gününden beri sosyal mecrada her sabah yazarak onlar için “gün sayıyorum”. Gün sayarken, kolayca yazıyor insan ama…”Yaşarken saymak nasıl bir duygu?” diye sorarak başlamak istiyorum.
Esra Özakça: Yaşarken saymak… 30. Günde, arkadaşlarla bir yazı üzerine konuşmuştuk, insanlar ne kadar kolay söylüyorlar, açlık grevinin 28, 29. Günü diye… Ama bunlar Nuriye ile Semih’in hücre hücre eridiği günler aslında. Sonrasında – ne kadar dikkat çekti bilemiyorum ama – bir yazı yayınladık. Gerçekten bir rakamdan çok daha fazla şey ifade ediyor. Az önce bir toplantıdan çıktık, “haftaya şunu yaparız, öbür hafta bunu yaparız” diye konuşuluyor, benimse hafta dendikçe içim acıyor. “Hafta” demek, ömürlerinin büyük bir kısmı. Bir hafta demek, 7 gün demek. Artık saatlerin çok değerli olduğu bir andayız.
MİA: Türkiye ve hatta dünya gündemi sizi “Semih Özakça’nın eşi Esra” olarak tanıdı ama aslında siz de öğretmensiniz ve siz de bir KHK mağdurusunuz. Başa dönelim, tanışma hikayenizi, öğretmenlik kariyerinizi anlatır mısınız? Çok belli ki, “beraber çıkılmış bir yolculuk” sizinki ve geldiğimiz noktada, gündemin ortasında öğretmen bir çiftsiniz..
Esra Özakça: Biz Semih ile üniversiteden sınıf arkadaşıyız, 2007 Eylül ayında Sinop’ta üniversiteye başladık. Sinop küçük bir yer zaten, Semih ile aynı sınıftaydık. Çok farklı bir insandır Semih, aslında başlarda hiç anlaşamıyordum. İlk 3 yıl öyle geçti…. (İlk kez gülümsüyor ve röportaj boyunca, ne kadar ağır kelimelerle konuşsa da yüzündeki o sıcak gülümseme sık sık beliriyor…) Ama sonra daha çok tanımaya müsaade ettikçe, ortak konular ortaya çıkmaya başladı. Ne kadar doğru tanımladınız, gerçekten birlikte çıkılmış bir yolculuk bizimki. Bizim dünyaya bakış açımızın birlikte değiştiği, birlikte yoğrulduğumuz bir süreçten geçtik.
Sonra mezun olduk, KPSS, atanma, Semih askere gitti, Erzurum’a atandı. Derken 2014 Ağustos’ta evlendik. O hala daha Erzurum’da çalışıyordu, ben Mardin’de çalışıyordum, o da sonra Mardin’e eş durumundan geldi ama evliliğimizin başlarında bir süre ayrı şehirlerde çalıştık.
MİA: KHK sürecinin öncesinde Mardin’deki hayatınız nasıldı? Semih Hocanın öğrencilerinin yaptığı videoyu izledim, çok etkileyici..
Esra Özakça: “Hocamız yemek yiyor mu?” diye soruyorlar ya… “Ama kalbi yoruluyordur” diyormuş bir tanesi. Ben de o videodan çok etkilendim.
MİA: Toplam ne kadar Mardin’de görev yaptınız?
Esra Özakça: Benim dördüncü yılımdı, Semih’in de iki buçuk sene olacaktı ama bu sene hiç çalışma fırsatı olmadı malum. Benim köyde, Mazıdağı’nda çok sıcak bir ilişkim vardı öğrencilerimle ve ailelerle. Hala daha öyledir, velilerim canlı yayınların altına mesaj yazıyorlar, “hocam size bunları reva görenler allahından bulsunlar” diye.
MİA: Köyden zor ayrılmışsınız galiba?
Esra Özakça: Çok zor ayrıldık hem de… Çok sıkı bir bağ vardı dediğim gibi, sanki evlerinden biriymişim gibi. Her eve girip çıkardım. Ben küçük bir köy ilkokulda sınıf öğretmeniyim, birkaç öğretmenden biriydim. Çocuklar zaten küçük olunca ayrı bir bağ oluşuyor. İhraç olmadan önce, Mardin’e kar yağdı. Kartopu oynamaya çıktım çocuklarımla. O gün de biraz rahatsızdım aslında, oynamak istemedim pek. Semih de KHKlarla ilgili eylemde o gün, her ay KHK çıkıyor o dönem. “Hadi oynayayım, belli olmaz belki de bir daha fırsat bulamam” dedim kendi kendime. O gün kartopu oynadım, akşam KHK açıklandı ve ihraç edildim.
MİA: Önce Semih hocam ihraç edildi, sonra siz… Peki direniş noktasına nasıl gelindi? Çok spekülasyon yapıldı bu konuda, sizden dinlemek aydınlatıcı olacak.
Esra Özakça: Biz önce açığa alındık, 9 Eylül’de 11 bin meslektaşımızla birlikte. O dönemde bir mücadele verilmesi konuşuluyordu ama çok önemsenen bir durum olmadı o açığa alınma. Açıkçası sendikalı eylem olduğu için de önemsemedik. Sonra KHKlar başladı.
MİA: Siz ikiniz de Eğitim-Sen’lisiniz değil mi?
Esra Özakça: Evet, ikimiz de… 29 Ekim’de Semih ihraç edildi ve çalıştığımız ilçede tek ihraç edilen Semih’ti. Bunu hiç anlayamadık. Semih o gün dedi ki, “ben buna direneceğim.” Zaten açığa alındığı zaman da direnmek gerektiğini düşünüyordu ama sendikanın, insanların pasif kalması bizi biraz durdurdu. Sonra, ihraç edildiği gün, “direnirim, gerekirse açlık grevi bile yaparım” demişti ama tabii o günden böyle büyük bir mücadele olacağını göremedik. Evimizde olayı duyunca ziyarete gelen arkadaşlarımız vardı, herkes Semih’in sözlerini çok iddialı buldu, çok inandırıcı gelmedi. Ama yaptı dediğini, ben biliyordum.
MİA: Böyle biri midir Semih Hoca, hep kafasına koyduğunu yapar mı?
Esra Özakça: Evet, yapar. Dolayısıyla ben anlamıştım yapacağını ama toplumsal tepkiyi tabii kestiremedim o zaman… Sadece “yer neresi olur?” diye düşündüğümü anımsıyorum. (Çok gülümsüyor ilk günleri anlatırken… O kadar belli oluyor ki sevgisi gözlerinden!)
MİA: Bildiğim kadarıyla Nuriye Gülmen Hocayla önceden bir tanışıklıkları var, değil mi?
Esra Özakça: Nuriye Hoca Eskişehir’de çalışıyordu, Semih de biz mezun olduktan sonra KPSS’ye Eskişehir’de girdi, o dönemden tanışıyorlar. Nuriye Hoca bizim düğünümüze geldi, ben de düğünde tanıştım. Kim derdi ki birlikte böyle bir noktaya gelinsin? Ara sıra konuşuyoruz bu durumu, hafızası çok kötüdür – gülüyor- Nuriye Hoca diyor ki; “Düğünü hatırlıyorum, çok oynadığımızı hatırlıyorum ama seni anımsamıyorum!” Dedim ki, “ben düğünün öznelerinden biriyim, aslında hatırlaman gerekiyor!” Çok gülmüştük! Sonra karşılaşma fırsatımız olmadı, en son direnişten bir kaç ay önce… Ama direnişle beraber ilişkimiz 24 saati bir arada geçen bir yoldaşlığa evrildi.
MİA: Ne zamandan itibaren Yüksel’de beraber direnmeye başladılar?
Esra Özakça: Kasım sonu. Nuriye Hoca 9 Kasım’da başladı, Semih Kasım son hafta yanına gitti. Sonra Veli Saçılık ve Acun Karadağ hoca geldi.
MİA: Açlık grevinden önceki direnişe dönelim şimdi. Yüksel direnişi, çok uzun soluklu bir direniş ve açlık grevine kadar 26 kez gözaltı var, önce Nuriye Hoca yalnız, sonra Semih hocayla beraber. Çok iyi hatırlıyorum, Twitter’a her gün gözaltı ve darp fotografları düşerdi, biz de akşamı beklerdik ki Nuriye Hocanın hesabından “çıktık biz” tweeti gelsin. Bazen gün aşırı, bazen her gün. Sizin gözaltı süreciniz ise açlık grevinden sonra Mart ayında başlıyor.
Günlük direniş halini merak ediyorum, orada anıtın önünde her gün aynı saatlerde durmak, esnafın tepkileri, gelen-giden… O dönemde sosyal mecradan öteye istesek de pek çıkaramadık, direniş pek duyulamadı veya görmezden gelindi.
Esra Özakça: Çayını böreğini kapan yanımıza geliyordu! Özellikle gözaltılarla beraber kendiliğinden orada bir aile oluştu. Direnişe başlamadan önce “Ankara’da tanıdığımız yok, nasıl olacak” dediğimizde direniş tecrübeli arkadaşlar “Direniş kendi ailesini yaratır” demişlerdi, gerçekten haklılar. Şimdi bizim bir Perihan annemiz, Yasemin ablamız var, gerçekten aile gibiyiz. Şu an onlar hala Yüksel’deler, gözaltına alınamasa bile mutlaka orada etrafta duruyorlar, oradan ayrılamıyoruz diyorlar. Bazen aramızda konuşuyoruz, direniş bittiğinde ne yapacak bu insanlar? Bir aile ortamında esnafla da içiçe geçen bir süreç. Yüksel’de çoğu esnafla birebir ilişkimiz var ve aramız da çok iyi. Tabii bu alanın, sokakların kapatılma süreci onları da çok etkiledi.
MİA: Geçtiğimiz hafta esnafın epey tepkisi oldu, videolar yayınlandı.
Esra Özakça: Nuriye ile Semih’in de esnafa mesajı oldu, çok üzüldük Yüksel esnafının böyle bir şey yaşamasına diye. Bize böyle güzel bir aile oldu Yüksel ailesi.
MİA: Gerçekten haklı olduğunu bilerek, kendi öz hakkı için direnirken insana başka türlü bir güç geliyor mu? Acaba hepinizin yüzlerinizdeki bu müthiş gülüşlerin kaynağı o direnmenin gücü müdür?
Esra Özakça: – Gülümseyerek- Bilmem ki, öyledir herhalde? Ben politik bir insandım ama direnişe, gözaltına alışık bir insan değildim, daha önce gözaltı veya direniş geçmişim yok… Eşim açlık grevine başladıktan sonra herşeye alıştım.
MİA: İkisi de gözaltına alındıktan sonra başladılar açlık grevine diye anımsıyorum?
Esra Özakça: Zaten “açlık grevine başlayacağız” dedikleri için gözaltına alındılar ve açlık grevindeler diye de tutuklandılar. O sırada onlar çıkana kadar ben de açlık grevindeyim diye eyleme başladım ve ilk gözaltımı da öyle yaşadım. Arkadaşların eylemleri size zaten bir güç veriyor ama hani diyorlar ya cesaret bulaşıcıdır, gerçekten öyle. Şunu hiç unutmuyorum, YÖK önüne gitmiştik, Nuriye Hoca için 5000 imza toplanmış, o imzaları teslim edecek. Öyle basın açıklaması filan yok, girecek içeriye verecek İmzaları ve Çıkacak. Başka bir durum yok. Nuriye Hoca var, kardeşi, Semih ve ben gittik, maksat yalnız olmasın. Ama Twitter’a bir gün önceden yazmış, YÖK’e imzaları teslim edeceğim diye.. Bir gittik ki, aman allahım, polis kaynıyor… Taksiden indik, fotograflarımızı çekiyorlar, video çekiliyor, inanılmaz bir hava! “Giremezsiniz” dediler Nuriye Hoca’ya “biz kurumla konuştuk.” “Kimsiniz siz de kurum adına konuşuyorsunuz?” dedi Nuriye Hoca, “ben çalıştığım kuruma imzaları teslim edeceğim.” Bu gerçekten beni çok etkileyen bir olaydı, o içeriye girdi, hepsi de baktı kaldı öyle. Biraz dirayetsiz olsanız, sizi sokmayacak içeriye. Aslında kendileri de inanmıyorlar, çünkü yaptıkları şeyin bir dayanağı yok. “Sizinle geliriz” dediler, “hayır gelemezsiniz, ben girer veririm” dedi Nuriye Hoca. Öyle baktılar, çıkana kadar da beklediler.
Böyle böyle olaylar birikiyor, etkileniyorsunuz ve direniş gücünüz artıyor. Geçenlerde bir İsveç kanalından geldiler, “polislerden korkuyor musunuz?” diye sordular bana. Veli abi’nin sözü var ya, “önceden polis görünce heyecanlanırdım” diyor, artık polisin gözaltına alması bizim için o kadar basit ve rutin bir şey haline geldi ki, hiç korkutucu değil.
MİA: Acun Karadağ hocayı izlemiştim polis saldırısı videosunda, böyle yaka paça kaldırıp götürüyorlar, uzağa değil de anıttan bir kaç metre öteye, taşıyorlar onu, sonra da yere bırakıyorlar. Elinde sımsıkı tuttuğu pankartı, onlar karga tulumba götürürlerken hala bağırıyor “işimi istiyorum, bu sokak bizim” diye. Sonra yere bırakıyorlar sanki böyle çuval bırakır gibi ve Acun hocam yere bırakılınca aynen bağırmaya devam ediyor “işimi istiyorum”. Sormak isterim, bu nasıl bir güçtür, herhalde ancak yaşayan bilir?
Esra Özakça: Acun hocam da söylemişti, ben de tekrarlamak isterim. Biz çok özel bir şey yapmıyoruz, hiçbirimiz öyle özel insanlar da değiliz. Milyonlarca insandan birileriyiz, özel bir yeteneğimiz yok, özel bir durumumuz yok, sadece haklılığımıza olan inancımız var.
MİA: Yine de 110 bin KHK mağdurundan sadece 5-6 kişinin çıkıp direnmesi farkınızı gösteriyor ama?
Esra Özakça: Bu birşeye inanmakla ilgili bence, haklılığa ve meşruluğa olan inanç. Bu süreçte insanlarda inanç bırakmadılar. KHK ile atılan insan bile “acaba benim gerçekten birşeyim mi var da attılar?” diye düşünebiliyor. İnsanlar kendi kendine sendikalı bir faaliyetin, basın açıklamasının, basit bir haklı eylemin bile suç olduğuna inanmaya başladı. Bizde o yok işte, eylemle beraber kırdık. Biz bu eylemle KHK ile atılanların suçlu terörist insanlar olmadığını her gün direnerek, bağıra çağıra anlatarak aslında o yanlış inancı da kırdık. İşte iktidarın da en çok rahatsız olduğu durum bu bence. KHK saldırısı böylece boşa çıkarıldı, meşruiyetini kaybetti.
MİA: Onbinlerce KHK mağduru varken, direniş çok uzun bir süre görmezden gelinirken, zaten Başbakan Binali Yıldırım’ın ve Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın ilk kez “OHALden sonra çıkarılan KHKlarda bir takım hatalar yapılmış olabilir” demeleri, direnişin Türkiye geneline yayılması ve çok duyulmasından sonra oldu. Hatta belki de başka KHKlar çıkarılmasını da engelledi direniş, çünkü başka üniversite isimleri konuşuluyor, yeni KHKlar bekleniyordu.
Esra Özakça: Tabii, listeler hazır deniyordu ama biz eylemle, direnerek korkuttuk bence, önü kesildi KHKların…
MİA: Kişisel bir soru: Direniş öncesinde açlık grevine bir eylem türü olarak bakış açınızı öğrenebilir miyim?
Esra Özakça: Açlık grevini çok büyük irade isteyen bir eylem türü olarak görüyordum. Tabii ülkemiz maalesef açlık grevleri ile ilgili çok büyük deneyimleri olan bir ülke, 7 yıl süren büyüklü küçüklü açlık grevi eylemleri, “Hayata Dönüş” operasyonu süreci.. Açlık grevi direniş süreciyle harmanlandı aslında. Arkadaşlarımız hep şöyle diyorlardı Nuriye ve Semih’e, “kimin umrunda olacak, iki kişi öldü gitti derler…” Nuriye ve Semih de “sizin umrunuzda olacak” dediler her zaman. Tabii ki iktidarın umrunda olmayacak, ama toplumun umrunda olacak, bu yüzden yapıyoruz, dediler.
MİA: Açlık grevi sürecini gerçek ilgiyle, vicdanıyla takip eden çevremdekiler veya sosyal mecradakiler ile ilgili gözlemim, herkes o kadar büyük bir sorumluluk hissediyor ki, hani hiç bahsetmek istemem ama ters bir şey olsa, o sorumluluk, o vebal hepimizin boynuna… O yüzden çok haklı bir cümle söylemişler bence.
Esra Özakça: Gerçekten öyle, ama şöyle bir durum da var: O kadar seviniyorlar, etkileniyorlar ki gelen tepkilerden, hatta inanamıyorlar. Daha tutuklanmadan bir kaç gün önceydi, Nuriye Hoca çok şaşırarak dedi ki “insanlar gerçekten bize birşey olmasından korkuyorlar!” Çok güldüm, “ciddi misin?” dedim. Ama bir görseniz nasıl şaşırıyor, seviniyor, bir yandan da inanamaz halde.
MİA: Eylem biçimini tasvip etsin etmesin, olay hayati risk noktasına geldikten sonra insanların çoğunda, “eylem biçimini sonra tartışırız, şimdi ne yapalım da başlarına kötü birşey gelmesin?” tepkisi oluştu, sanki içselleştirme arttı.
Tam da bu noktada, dört farklı dönemdeki hislerinizi öğrenmek istiyorum, sadece Esra olarak. Birincisi, KHK ile ihraç süreci.
Esra Özakça: “Evimize atom bombası düşmüş gibi..” demiştim o zaman. Aramızda zaman farkı var ama Semih ihraç edildiğinde ben de açıktaydım, sonra Aralık’ta iade edildim işe, sonra Şubat’ta ihraç edildim. Resmen oyuncak gibi oynadılar bizimle, demiştim zaten “eşimi ihraç ettiklerine göre kesin beni de ederler” diye, ama niye aynı anda ihraç edip de birlikte bir yol çizmemize izin vermediklerini hİç anlamadım. Şimdi evi orada bıraktık, kapatsanız bir türlü, kapatsak ya göreve dönersek? O kadar büyük ikilem oldu ki anlatamam… Aralık’ta göreve döndüm, sonra araya 15 günlük tatil girdi, geri döndüm ve ikinci gününde ihraç edildim. Psikolojik bir oyun bu, kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor. Ve bu gerçekten büyük öfke uyandırdı içimde..
MİA: Peki açlık grevinden önceki direniş günlerindeki, sokaktaki hisleriniz?
Esra Özakça: İnsanlarla aile gibi olmak çok hoşuma gitti. Üstelik hiç tanışmadan… Yanınıza geliyorlar, müthiş bir duygu çemberi ile sarmalıyorlar sizi. Harika bir duygu, arkadaşlar iyi ki yapmışlar!
MİA: Ya açlık grevi başladıktan sonra?
Esra Özakça: Açlık grevi… – duraksıyor- Öncelikle büyük bir endişe. Tabii herkes için Nuriye ve Semih’in erimesi bir şey ifade ediyor ama benim için… Daha da çok, derin. Eşim incecik kaldı. (Susuyor. Bir süre susuyoruz karşılıklı.)
MİA: İrfan Aktan’ın sizinle yaptığı söyleşide, Semih Hocanın açlık grevi kararına hiç karşı çıkmadığınızı okudum.
Esra Özakça: Evet, hiç “yapma” demedim. Bu büyük bir saygısızlık olurdu, çünkü eşim açlık grevini çok ciddi, büyük bir inançla yapıyor. Hapishanede de aynı inançla devam ediyor. O saygısızlığı asla göstermek istemedim, endişemi de hep kendime saklarım, sonra da açlığına ortak oldum, zaten biliyorsunuz. Ben kazanacağımıza çok inanıyorum ama diyelim ki iktidar hepimizi öldürmeye karar verdi, ne olacak, öleceksek de ölelim, bu iş böyle bitsin diyorum.
MİA: Demeyin siz yine de öyle, müsaade etmeyeceğiz öyle bir şey olmasına… (Ne diyeyim diye düşünürken bir anda çıkıyor ağzımdan bu cümle, ben de şaşırıyorum cüretime, Esra yine sımsıcak gülümsüyor…) Son olarak, hapishane süreci başladıktan sonraki hislerinizi de anlatır mısınız? Hapishaneye kadar hep yanyana beraberdiniz, şimdi işin içine bir de ‘sevda ayrılığı’ girdi.
Esra Özakça: Sormayın, gerçekten ayrılık çok kötü oldu… (Yine gülüyor, gözleri parlıyor gülerken. Ben de fotograf muhabiri arkadaşım Hozan da sevdası gözlerinden okunan genç kadına bakakalıyoruz..) Biz pek ayrı kalmaya alışık bir çift değiliz. Zor oldu. Şimdi tabii ki oradaki durumuna dair kaygılar da eklendi.
MİA: Kaç gün sonra görebildiniz hapishanede?
Esra Özakça: Bir hafta sonra görebildim. Zaten mahkeme zamanı bizi de gözaltına aldılar, onlar tutuklanırken annemle benim öfkemizi kontrol altında tutabilmek için bizi bırakmadılar. Onlardan da haber alamıyoruz, o anda orada olmayalım diye tuttular bizi. Yanlarında olamadık, bu da unutamayacağımız anlar arasında kalacak öyle. Böyle unutamayacağım bir kaç nokta var: Mesela biz dokunmaya ellemeye kıyamazken, 75 gündür açlık grevinde olan insanlara el uzatmaları… Semih ve Nuriye zaten bir yere kaçmıyorlardı, her gün eyleme giden insanlar, o gün de imza atmaya gitmişlerdi. Hareket kabiliyeti kısıtlanmış insanlar bunlar, nereye kaçacak? Ertesi günü ifade savcıya gidebilir ama yok işte, maksat eziyet.
MİA: Açlık grevine başlamaya siz nasıl karar verdiniz?
Esra Özakça: Ben daha önceden düşünmeye başlamıştım aslında, hani bu böyle olmayacak, bir kişi daha açlık grevi yaparsa belki işe yarar, dikkat çeker diye. O zaman bana sen çok koşturuyorsun, herşeyle ilgileniyorsun, olmaz demişlerdi. Ama biz annemle yemeği zaten unutmuştuk, epey bir kilo verdim süreç içinde. Yemek yemek ya aklımıza gelmiyordu veya koşturmadan vaktimiz olmuyordu zaten. Böyle bir olgu kalmadı sanki hayatımızda? Annemin dediği gibi, öyle bir çorbayla geçiştiriyorduk, aman aman bir yeme halimiz yoktu, işte kaldırdık tamamen.
MİA: Açlık grevinde ne alıyorsunuz, sıvı, vitamin…?
Esra Özakça: Biz de B1 alıyoruz, maalesef Nuriye’lere içeri veremediğimiz B1’leri, elimizde var. Tuz, şeker, su… Biz çok da dengeleyemedik annemle açıkçası, Nuriye ile Semih’in çok standart sıvıları vardı, belli miktarlarda tükettikleri. Ama biz bir arbede içindeyiz, Yüksel’e gitmeye devam ediyoruz, orada devam etmek istiyoruz. Emanetlerini bırakmak istemiyoruz. Ama tabii -polisi kastederek- onlar için hiç önemli değil açlık grevinde olmamız, alıp alıp atıveriyorlar, gaz sıkıyorlar. Bizim biraz daha fazla eforumuz oldu, herhalde böyle giderse düşmemiz daha hızlı olacak diye düşünüyorum.
MİA: 11 Mart’tan beri sizin toplam kaç gözaltı oldu? Veli Saçılık dün soran birisine, “saymıyorum ben artık” diye yazmıştı.
Esra Özakça: -Gülerek- Ben de bilmiyorum kaç gözaltım olduğunu, Bakan Soylu açıklar yakında.
MİA: Sizce kamuoyu, açlık grevinin 60. Güne gelmesinden daha önce, hayati risk oluşmadan evvel farklı bir tepki verebilseydi, birşeyler değişir miydi? Acaba tepki vermekte geç kalmış olabilir miyiz?
Esra Özakça: Tabii, geç kalındı biraz ama… Kimseye kırgın veya üzgün olma noktasında değiliz, büyük bir özgüvenle yapıyoruz eylemi, baskı ortamı çok büyük ama direniş ve irade de bir o kadar büyük. 60 günden sonra geldi asıl tepki, evet, ama toplumsal tepkiler böyledir, belli olmaz. Büyük ihtimalle iktidar şu anda bu durumu gözetiyor, hani ölseler toplum ne tepki verir diye. Ama ölçülemez bu. 60. günde tepkinin bu denli büyüyeceğini daha önceden ölçemezdik.
MİA: Hapishane dönemi başladıktan sonra ilgide, tepkide veya birlik durumunda bir azalma olduğunu düşünüyor veya gözlemliyor musunuz? Sanki biraz sosyal mecraya geri çekilmiş gibi, bir yandan farklı şehirlerdeki bireysel/kitlesel eylemler devam etse bile… Örneğin Abbasağa Parkı’nda oturma eylemi yapan şairler gibi. Size gelen tepkilerde bir değişiklik oldu mu?
Esra Özakça: Bize gelen tepkilerde bir azalma olmadı aslında, tam tersine. Ama bizim ortaklaştığımız bir adres vardı, Yüksel caddesi. Herkes bizi orada buluyordu. Ancak şimdi Yüksel’e geldiğinde abluka altında bir anıt, kapalı sokaklar var, bizi nerede bulacağını tam olarak bilmiyor artık insanlar. Bunun biraz negatif etkisi oldu tabii ki.
MİA: Yüksel’de yalnız mısınız şu anda?
Esra Özakça: Şu an, yanımızda Ankara’da ihraç edilen arkadaşlar var, bahsettiğim Yüksel ailesi var, onlar sabit zaten.
MİA: Ya sendikalar, STKlar?
Esra Özakça: Sendikalarla ilgili uzun uzun konuşmaya gerek yok aslında, tarih yazacak nasılsa onları… Biz onlara hep bunu söyledik. Bir çok görüşme yaptık, ben en son genel merkezin seçim toplantısına gittim, orada da konuşma yaptım. İki arkadaşınız, üyeniz tutsak ve başlarına ne geleceği belli değil. Artık son dönemeçteyiz, o otel salonunda ne yapılıyor? Sendikalar tarafında ‘Körler sağırlar birbirlerini ağırlar’ durumu var. Bence şu anda bitişi, sendikaların cenazesini izliyoruz, hatta gömdük de diyebilirim.
MİA: Özellikle Veli Saçılık’a plastik mermilerle yapılan korkunç saldırıdan sonra sendikadan en azından temsilci düzeyinde birinin gidip ertesi günü Veli Bey’in yanında durmasını bekledik, epey de yazıldı Twitter’da ama böyle bir şey olmadı. Sorularımıza cevap da alabilmiş değiliz, hatta Lami Özgen’e hitaben yazılmış bir yazı da dolaşımda. Direniş bir anlamda belki sendikalar için de bir kırılma noktası oluşturabilir mi, insanların sendikanın varlığını, meşruiyetini sorgulayacağı bir süreç söz konusu, nasıl bakıyorsunuz duruma?
Esra Özakça: Kanarya Sevenler Derneği gibi davranıyorlar. Bu meseleyle bizim alakamız yok diyorlar sanki… Üyesi olmamızın dışında, onlar aslında doğal olarak taraflar. 3500 üye ihraç edilmiş durumda, ancak 60. Günden sonra yazılı açıklama gelebildi. Kapalı toplantılardaki ifadeleri şu; biz direnmiyoruz, direnen üyemize sahip çıkıyoruz görüntüsünü vermek istemiyoruz. En iyisi hiç sahip çıkmayalım. Bize göre, bu kadar büyük saldırılara maruz kalmamızın nedeni de yalnız bırakılmamız. Yarın Nuriye ve Semih’e bir şey olursa, bunun vebalinin altından kalkamayacaklar.
MİA: Sonlara doğru, hadi biraz kadın kadına konuşalım: Semih Hocamın annesiyle, değerli anne Sultan Özakça ile ilişkinizi sormak istiyorum. Öyle bir ikilisiniz ki, sanki eşinizin annesi değil de, sanki siz ikiniz anne-kızsınız gibi bir havanız var.
Esra Özakça: Ah ne güzel, kimse böyle bir şey sormamıştı daha önce!
MİA: Çok etkileniyorum halinizden, birlikte direnişinizden, belki o yüzden… Gözaltına alındığınızda, polis minibüsü içinde gaza maruz kaldığınızda, canlı yayında hepimiz Sultan annenin sizin için nasıl çırpındığını, nasıl kapıya, camlara “açın, Esra’nın astımı var!” diye bağırdığını izledik. Sonra yerde sizi kucağına yatırıp iyileştirmeye çalışması… Gelin-kaynana ilişkisinden öte bir durum sizinki, merak ediyorum.
Esra Özakça: Annem ilk günümüzden beri hep o sıcaklıkta davrandı. Bizim ilk beraber eylemimiz Adliye önündeydi, biliyor musunuz? Semih’ler gözaltındaydı, biz ikimiz adliyenin önünde. O zaman arkadaşlar epey dalga geçmişlerdi, siz gelin kaynana epey iş yaparsınız diye. O zaman beraber açlık grevi yapacağımızı bilmiyorduk tabii ama şimdi bakın… Hayat diretiyor bazen. Annem diyor ya, “bir anneden direnişçi yarattılar” tam da öyle. Ben de gayet işime gidip gelen sıradan bir öğretmen iken, şimdi eşim, kayınvalidem ve ben açlık grevindeyiz, nereden nereye.
MİA. Sizinle başbaşa konuşmak isteme nedenlerimden birini anlatıyorsunuz! Bundan bir kaç ay önce Doğu’nun ücra bir köyünde, öğrencilerinizle mutlu bir öğretmenlik hayatından, tüm ülkenin hatta dünyanın gözü önünde açlık grevi yapan sayılı direnişçiye evrilmek… Saldırıların şiddetlenmesinden çok hızlı geçen bir süreç, üstelik şiddet de içeriyor.
Esra Özakça: Çok hızlı oldu, ben de nasıl alıştığımızı bilemiyorum bazen…
MİA: Demişsiniz ki, “Bir canım var, o da Semih’e, sevdiğime helal olsun…” Bu nasıl bir his? Bir erkek, eş, sevgili olarak nasıl bir insandır Semih Hoca? Sizin birbirinize bakışınızdan, duruşunuzdan, giderek yükselen çığlık çığlık sesinizden çok belli ki, bu direnişin gücünün bir kısmı da sizin sevdanızdan geliyor.
Esra Özakça: Hapishaneye gönderdiğim ilk faksta, “bizim sevdamız zalimleri yenecektir” diye yazdım ama faksın yarısını çizmişler, acaba o bölümü de çizdiler mi, merak ediyorum. Semih gerçekten özel bir insan, farklı bir insan. Akıl yürütme, günlük yaşamı algılama tarzı diğer insanlardan farklıdır. Ben ne kadar telaşlı ve aceleci isem, Semih de bir o kadar da sakin bir insan. Birbirimizi dengeliyoruz herhalde ama yakından tanıyanlar bu acayip farklı halimize rağmen anlaşmamıza şaşırıyorlar. O oldukça durağan ve soğukkanlıdır, bense sürekli panik hali. Örneğin “ay telefonumu kaybettim” diye dört dönerim, sakin sakin “çantandadır” der, hep böyle tepkiler verir.
MİA: Çok zor bir süreçten geçiyorsunuz beraber ama sağlam duruşunuz hiç bozulmadı, aksine güçlendi mi?
Esra Özakça: Doğru söylüyorsunuz, ben de böyle düşünmeyi seviyorum, ilişkimiz gerçekten daha da güçlendi. KHK ile atılma sürecini yaşayan ve ayrılan çok çift var, ya da eylem yapmak isteyince eşini ayrılırız diye tehdit edenler… Yaşadığımız dönemle bizim yaşadıklarımız çok farklı; bireyciliğin dayatıldığı bir dönemden geçerken, diş macununu ortadan sıkıyor diye şikayet edenler de var ama bence sevgi böyle birşey değil. Dayanışmayı böyle günlerde beceremiyorsak birlikte olmamızın da bir anlamı yok ki? Aslında doğru olan biziz de, örnek çok olmayınca farklı geliyor insanlara…
MİA: Nasıl hissettiriyor ülkenin, dünyanın gündemindeki insanlardan biri olmak?
Esra Özakça: Bilmem, ben hiç öyle hissetmiyorum aslında, belki Nuriye ve Semih dünyanın gündeminde ama… Belki onlar hapishaneye girdikten sonra biz biraz daha göz önünde kaldık. Beni bilenler var mı, onu da bilmiyorum ama? – gülümsüyor- Bizim dertlerimiz daha çok şöyle konular, bugün 13.30 basın açıklamasında da alırlar mı, yoksa saldırırlar mı, dövüp mü atarlar? O zaman 18.30’dakine kim gidecek, Acun hoca bugün rahatsız o zaman Veli abiyle çıkalım gibi.
MİA: Acun Hocanın geçenlerde yazdığı tweet geldi aklıma, “benim kalp pilim var, Esra’nın astımı var, Veli’nin tek kolu yok, Nuriye ile Semih zaten kaç gündür aç, siz neredesiniz?” diyordu… Çoğumuz “soruya verecek yanıtım yok” diyerek paylaştık. Çok cevap verebilecek bir soru değil, sizin dışınızdaki kitlenin de genel hissi çaresizlik. Yazıp çiziyoruz, takip ediyoruz paylaşıyoruz ama, gerçekten ilerliyor mu size göre?
Esra Özakça: İlerlemesini hep beraber göreceğiz ama bana inanın yazılan tek kelime, tek söz bile bizim için çok kıymetli.
MİA: Çok tartışılan konulardan biri, Nurettin Canikli ve Yasin Altay ile yaptığınız görüşme, sizin anlattıklarınız ile iktidar tarafının hele de bir günde terörist ilan edip “yiyorlar zaten” diyen İçişleri Bakanı’nın yorumları tamamen zıt. Görüşmeyi ve sonrasını anlatır mısınız?
Esra Özakça: Önce beni çok rahatsız eden bir yanıltmayı düzelteyim, bir röportajda böyle yayınlandı; bir iş imkanı olmuş da reddetmişiz gibi. Böyle bir şey söz konusu olmadı, kaldı ki biz işimizi geri istiyoruz, iş bulundu da geri çevirdik olmaz ki. Sayın Canikli ile sıcak bir görüşme oldu, bize OHAL Komisyonu’nu işaret etti kendisi ama asla Soylu gibi isnatlarda bulunmadı, hatta “çok ititizlikle araştırılıyor” dedi, hatta Nuriye Hoca’nın çevirilerinden konuştuk. Ama ben de zaten dosya üzerinden yürütülen araştırmanın yanlış olduğunu, bizim ne yaptığımızın ortada olduğunu, dosyada anayasaya aykırı hiç bir şey bulunmadığını da söyledim ama ne şekilde dönülüyorsa, arkadaşların, direnişin talebinin genel olarak işlerine dönmek olduğunu ilettim. Fakat kamuoyuna hiç böyle yansımadığı gibi, üstüne kapımızı kırarak aldılar Semih’leri.
MİA: Bu görüşme, tutuklamadan kaç gün önceydi?
Esra Özakça: Tam 6 gün önce.
MİA: Demek ki bir dosya varmış o zaman?
Esra Özakça: Evet varmış… Yani biliyorlardı aslında bizimle görüşürken. Ben gerçekten nasıl isimlendireceğimi bilemiyorum, iyi polis- kötü polisi mi oynadılar, yoksa bu yöntemle gerçekten konuyu çözmeyi düşünenler var mıydı AKP tarafında inanın, bilmiyorum. Ne yapmaya çalıştılar? Karşılarında iki anne ve bir eş.. Biz ses çıkardıkça KHKlıların bir araya gelmesinden ve tepkinin büyümesinden endişe ediliyor, zaten ifade ettiler: İşe dönerlerse herkes açlık grevi yapar. Ben de dedim ki, açlık grevi öyle kolay kolay herkesin yapabileceği, göze alabileceği bir eylem değil, merak etmeyin işe dönseler de kimse açlık grevi yapmaz, endişeniz olmasın..
MİA: Tekrar bir görüşmeniz oldu mu sonrasında? Tutuklama sonrasında da hala komisyon mu işaret ediliyor?
Esra Özakça: Yok, bir görüşme olmadı, biz de istemiyoruz bir görüşme olmasını… Aslında çok basit, bizim için görüşülecek bir şey de kalmadı, işlere iade çıktığı anda, arkadaşlar grevi sonlandıracak, çözsünler bunu… Ki istenirse çözülür. Biz de böylece kapalı kapılar ardındaki görüşmelerden birşey ummamak gerektiğini anladık, acı bir tecrübe oldu, bir daha istemeyiz.
MİA: Son soru; Yüksel direnişi buradan nasıl devam eder? Kamuoyundan ne bekliyorsunuz?
Esra Özakça: Bu mücadelenin sonuçları Türkiye demokasisinde ya gedik açacak ve hepimiz oradan ilerleyip yürüyüp gideceğiz veya herşey çökecek ve o saatten sonra herkes rahip Niemüller’in hikayesindeki gibi sırasını bekleyecek. Ya hep birlikte ne baskı olursa olsun göğüs gerip iki kişinin üzerinden o yükü alacağız, buradan yürüyeceğiz, ya da dediğim gibi kaçacak delik arayacağız. Yurtdışına mı kaçılır, evde sıra gelene kadar beklenilir, bilmiyorum.
Bugünlerde kitle örgütleri ile görüşüyoruz, bir platform oluşturulması ve ortak ses çıkarılması, sürekli eylemler üzerinde duruluyor. Tabii ki özgürlükleri söz konusu şimdi ama açlık grevinin sonlandırılması taleplerin karşılanması ile bağlantılı olduğu için, biz bunun biraz daha önemli olduğunu düşünüyoruz. Öncelik tabii ki sağlıkları. Biz Yüksel’e sahip çıkmaya da devam edeceğiz, Nuriye ile Semih’in emanetidir, sanki ihanet etmek gibi olur bırakıp gitmek… Her gün gelenler var tabii ama daha kalabalık olursak, kitle büyürse, kazanmak daha kolay olur. Biliyoruz, yüreği bizimle olan çok insan var, herkes bir olursa kazanabiliriz, belki Türkiye’ye demokrasiyi hep beraber hediye ederiz.
MİA: Çok dolu dolu bir sohbet oldu, çok teşekkür ederim. Son olarak eklemek istediğiniz bir cümle var mı?
Esra Özakça: Kendi cümleleri ile seslenelim o zaman, biz haklıyız, kazanacağız!