RÖPORTAJ – YÜCEL DEMİRER – Kocaeli Üniversitesi’nden KHK ile işten çıkarılan akademisyenlerden Doç. Dr. Yücel Demirer ile SiyasiHaber’in röportajı.
Öncelikle sizlerin yani Kocaeli Üniversitesi’nden (KOÜ) KHK ile işten çıkarılan hocalarımızın durumu ile başlayalım, şu anda sizin için süreç nasıl işliyor?
1 Eylül’den bu yana Kocaeli Üniversitesi, YÖK ve Başbakanlık makamlarına yönelik karar itirazlarımızı gerçekleştirdik. İdare Mahkemesi’ne bu dayanıksız kararın düzeltilmesi ve görevlerimize döndürülme kararı vermesi için başvurduk. Muhtemelen bu söyleşinin yayınlandığı tarihte AİHM’e de davalarımız açılmış olacak.
Kocaeli’de kurulan Dayanışma Akademisi yoğun bir katılımla açılışını yaptı. Eğitim Sen Kocaeli Şubesinde Akademi çalışmasına devam ediyor. Çalışmalarınız hakkında bilgi verebilir misiniz?
Biz üniversiteden atılan 19 akademisyen olarak akademik faaliyetlerimize daha önce olduğu gibi Kocaeli merkezli olarak devam edeceğimizi duyurmuştuk, böyle de devam ediyoruz. Her hafta Çarşamba günü verdiğimiz seminerlere yoğun katılım oluyor. Eksik olmasınlar öğrencilerimiz, meslektaşlarımız ve her kesimden dostlarımız bizi yalnız bırakmıyor. Seminer dizimizi sürdürmek yanında, ortak kitap çalışmaları yapmayı düşünüyoruz. Ayrıca yaşadığımız kentin ilerici-demokrat kesimlerinden ders verme ve çeşitli konularda raporlar üretme davetleri alıyoruz.
Birkaç gün arayla Diyarbakır Belediye Eş Başkanlarına, HDP Eş Başkanları ve milletvekillerine, Cumhuriyet gazetesine yapılan operasyonlar ve tutuklamalar Tayyip Erdoğan’ın başını çektiği yeni rejimin kuruluşu bakımından ne anlama geliyor? Bu yönde daha geniş saldırılar bekliyor musunuz?
Özellikle 15 Temmuz’da yaşanan berbat darbe girişiminden bu yana, bunu fırsat bilerek atılan siyasal adımlarla karşı karşıyayız. Bu adımlar, Kürt meselesinde şiddete dayalı çözüm şeklinden, gündelik hayatın kontrol altına alınmasına, muhalif seslerin kısılmasından emekçilerin hak arama faaliyetlerinin baskılanmasına kadar pek çok alanda ilerliyor. Görünen zincirleme baskılar, sürecin yavaşlayacağına ilişkin bir işaret içermiyor. Ancak çevresindeki tüm ülkelerden daha çok mühendisi olan, teknolojiyle barışık, evrensel hak ve özgürlüklere aşina bir toplumun bu türden modası geçmiş bir hamaset ve buna bitişik baskı yöntemlerine boyun eğmesi düşünülemez. Güçler ayrımının bu kalibredeki bir ülkede çoktandır görülmediği kadar gerilediği bir süreçte, rıza üretiminden umudunu kesip baskıdan medet uman bir siyasal akıl daha yoğun saldırabilir ancak son tahlilde başarılı olamaz.
Eş Başkanlarıyla birlikte 10 milletvekili hapse atılan HDP’nin Meclis çalışmalarına katılmama kararını nasıl değerlendiriyorsunuz? 2015 Temmuz’unda savaşın yeniden başlamasıyla HDP’nin siyaset alanının daraldığı yönündeki tezler hakkında ne düşünüyorsunuz?
2015 yılında yapılan seçimler döneminde ve sonrasında yapılan birtakım hatalar yadsınamaz. 2015 Temmuz’undan sonra ise inisiyatif iyice HDP’nin elinden çıkmış görünüyor. Daralan siyasal alanını genişletecek önlemler almak da siyasetçinin görevidir. Ben bu toz duman dağıldıktan sonra HDP’nin siyaset yapma biçim ve mekanizmalarına ilişkin bir gelişme sürecini başlatacağını umanlardanım. Ana muhalefet partisinin bile TBMM’nin çalıştırılmadığından yakındığı bir aşamada, eşi görülmemiş bir kararlar zinciri ile liderleri tutuklanan HDP’nin Meclis çalışmalarına katılmamasını anlamlı buluyorum.
Kürt halkı içinde ve Kürt siyasi hareketinde Kürdistani hedef ve politikaların öne geçtiği iddiasına ne diyorsunuz? HDP’nin “Yeni Yaşam Çağrısı”nın yeniden canlandırılması ve batıdaki toplumsal muhalefet dinamikleriyle bağların güçlendirilmesi mevcut koşullarda ne kadar mümkün olabilir?
Liderleri evrensel hukuka aykırı kararlarla tutuklanan, belediye başkanlıklarına el konulan, milyonların kelime etmekten çekindiği bir ortamdan bir an önce çıkmak hepimizin bir numaralı önceliği olmalı. Kürt siyasi hareketinin öncelikler sırasında bahsettiğiniz türden bir değişikliği görmemek olanaksız. Bu bağlamda aktörlerin kendilerini ve konumlarını da yeniden tanımlamaları şart. 2017 muhalif siyasetinin önceki yıllara ilişkin olgusal veriler üzerinden yapılandırılması olanaksız ve yanlış da.
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında kendi kitlesini sokağa çıkarıp konsolide eden, MHP’yi de yedekleyen Erdoğan/AKP iktidarının faşizmi inşaya yöneldiği görüşü hakkında ne düşünüyorsunuz?
En azından faşizan bir yükselişin mağduru olduğumuz, yer yer onun da ötesine geçen bir durum içinde olduğumuz aşikar. Devletin güvenlik aygıtının iktidar partisi çıkarlarına eklemlenmesi yanında, sivil güçlerin ürettiği şiddetin de yavaş yavaş görünür olması pek hayra alamet değil. Özellikle medyaya ulaşmayan hak ihlalleri ve baskılar alarm çanları çaldırıyor. Sendikalardan zorla istifa ettirmeler, gözdağı vermeler, takipler, dinlemeler ve daha niceleri bir yeniden inşa sürecinin işaretleriyle dolu.
Sizce Erdoğan/AKP iktidarının güçlü ve zayıf yanları nedir?
Sorunuz beni gülümsetti. Doğrusu böyle bir soru beklemiyordum. Yanıt vermeyi denersem; bu kadar güç gösterisine gereksinim duymanın ve bu kadar kontrolden çıkmış bir biçimde siyaset yapmanın en zayıf yanlarını oluşturduğunu düşünüyorum. Siyasal Psikoloji alanının bize sunduğu merceklerle baktığımızda, meşru davranış biçimlerinden güç alan özgüven duygusuna sahip bir duruş yerine, baskıya bu kadar prim vermek ve bu düzlemde kalmak zor iş. Söylem ile eylem arasında fazlaca açılmış bulunan bu makas işlerini zorlaştırıyor.
AKP beslemesi sermaye gruplarının ötesinde tekelci sermayenin Erdoğan’ın politikalarına ve inşaya giriştiği yeni rejime desteği ne ölçüdedir? Kürtlerle savaş, Suriye’de selefi/cihatçı güçlerin desteklenmesi, Güney Kürdistan/Musul’a müdahale girişimlerine sessiz kaldığı görülen TÜSİAD sermayesinin Erdoğan’ın yayılmacı dış politikasını onayladığı düşünülebilir mi?
Klişe bir cümle kurmak istemem ama Türkiye’de burjuvazi tarihsel olarak devlete bağımlı ve onunla iç içedir. Öne çıkmamanın, doğru bildiğini kendine saklamanın kültürel olarak yaygın olduğu sosyal iklimimizde tekelci sermayenin bir kuyumcu titizliğiyle sürdürdüğü dengeciliğin uzun ömürlü olduğunu düşünmüyorum. Erdoğan rejiminin acar enerjisi bu kesime yeni olanak kapıları gösterse de, içerdiği istikrarsızlık büyük sermaye açısından kabul edilebilir değildir.
Erdoğan’ın AB’ye meydan okuması, AB ile ilişkileri kesin bozacak gibi görünen idam cezasının yeniden gündeme getirilmesi, Rusya ve Şanghay Beşlisi ile girilen flört durumu Erdoğan’ın AB ile bağları koparmayı göze aldığı anlamına mı geliyor? Türkiye’nin Batı emperyalist blokundan kopması olası mıdır?
Bu sıralarda Kamran İnan’ın anılarını okuyorum. İnan Kıbrıs Meselesinin inişli çıkışlı günlerinde nasıl iç siyasal çekişmelerin bu konuya ilişkin tartışmalara rengini verdiğini örneklerle anlatmış. Bence Erdoğan rejiminin performatif söylemi ile siyasal gündemini ayırmak lazım. İktidarın siyasal ilkelerden çok pragmatik önceliklerine göre tutum geliştirdiği herkesçe görülüyor. Ben Batıya kafa tutabilecek bir güç ve cesaret görmüyorum bu ekipte. Ayrıca, bu ithalata dayalı montaj ekonomisiyle Batıya ne kadar kafa tutabilirsiniz, orası da ayrı bir mesele.
CHP’nin 15 Temmuz sonrasında Yenikapı ruhuna kapılmasının nedenleri nelerdir? Son Parti Meclisi bildirisi “yeni rejimin muhalefeti” rolünden bir kopuş sayılabilir mi? CHP’nin “devletçi ve güvenlikçi” politikalardan (dokunulmazlıkların kaldırılmasına, savaş teskerelerine, Musul üzerinden yayılmacı girişimlere onay) uzaklaşması, demokrat bir çizgiye girmesi mümkün mü?
Başka yerlerde de söyledim; CHP parti gibi görünen bir koalisyondur. Bu yüzden de parti kurmayları gemiyi yüzdürmek için her yöne şirinlik muskası dağıtmakla meşgul. Bunu söylerken kabalık ettiğim düşünülmesin, CHP yöneticilerinin iyi niyetinden şüphem yok. Burada bir saptama yapıyorum. Benim “büyük karar” diye nitelediğim ilkesel bir karar verip siyasal çizgi konusunda netleşmeden, CHP’nin sürdürmekte olduğu kısa vadeli pragmatik politikalarla ancak bu kadarını başaracağını düşünüyorum.
CHP tabanındaki demokrat güçlerin ve Alevilerin bu partinin demokratikleşmesini zorlaması olanağı var mı?
Bu türden kısa bir söyleşide uzun sosyolojik analizler yapmaya imkan yok. Ancak Türkiye’de ve CHP’de, örneğin, Alevi kategorisinin tekil olarak tanımlanması döneminin çoktan geçtiğini düşünüyorum. Özellikle Alevi orta sınıfın varlığı, dönüşen yaşam tarzı ve öncelikler sırasının daha dikkatle incelenmesi ve hesaba katılması gerekiyor. Bence CHP’yi en çok sıkıştıran dinamik Kürt meselesinin çözümüne bitişik duran şiddet. Ben CHP’yi rahatlatan nefesin de bu bağlamda bir çözüm ve barıştan geleceğini düşünüyorum.
“Faşizme karşı birleşik direniş cephesi” veya “Demokrasi Cephesi” kurma girişimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İçinden geçtiğimiz faşizan yükseliş döneminde her türlü birlik imkanını çok önemli. Bu yönde çaba göstermeyi, ürettiği siyasal sonuç ötesinde, verdiği cesaret ile de dikkate değer buluyorum.
Donald Trump’ın ABD başkanlığına seçilmesini şaşırtıcı buldunuz mu? Bu sonuç ABD’nin zayıflayan küresel hegemonyası çerçevesinde nereye oturur? Trump’ın Ortadoğu’ya ilişkin yeni politikalar geliştirmesi beklenebilir mi? ABD-Türkiye ilişkilerinde ne değişir?
Şaşırmadım desem yalan olur. Ancak 2016 yılının ilk altı ayını akademik çalışmalar için ABD’de geçirmiş biri olarak kitlelerdeki umutsuzluğu ve Clinton’un temsil ettiği siyasal çizginin ne kadar yetersiz olduğunu görmüştüm. Emperyalist bir merkez olarak ABD’nin politikaları öyle kolay değişmez. Ancak kişilik özellikleri itibariyle Trump’tan hayli şaşırtıcı çıkışlar görebiliriz.