Türkiye’de siyasal rejim kriziyle birlikte, toplumsal muhalefetin yönünü, yöntemini ve stratejisini yeniden tanımladığı bir eşikten geçiyoruz. Silahlı mücadeleyle biçimlenmiş bir dönemin sonlanması, mücadelenin sonu değil; bu iradenin başka araçlarla, yeni mecralarda, ve daha geniş toplumsal öznelerle birlikte yeniden inşa sürecine girmesinin yolunu açıyor. Bugün halkların önündeki en önemli görev, bu geçişin sönümlenmeye değil, büyüyerek yeniden yapılanmaya hizmet etmesini sağlamaktır.
Kürt Özgürlük Hareketi’nin mücadele birikimi, artık mahalle meclislerinde, kadın birliklerinde, öğrenci forumlarında, yerel demokrasi deneyimlerinde yeni bir kimlik kazanıyor. Bu, yalnızca bir yöntem tercihi değil; siyasal öznenin yeniden biçimlenmesidir.
Demokratikleşmenin koşulu halkın sürecin öznesi olmasıdır
Demokratikleşme, yalnızca anayasal ya da yasal reformlara indirgenemez. Asıl ihtiyaç duyulan şey, halkların kurucu iradesine dayanan bir toplumsal yeniden kuruluş sürecidir. Öte yandan mevcut Meclis yapısı, halkların temsiliyetinden oldukça uzak; tekçiliğin ve merkeziyetçiliğin kurumsallaştığı bir siyasal mimarinin ürünüdür.
Bu nedenle Meclis’te kurulması öngörülen komisyon ancak geniş toplumsal zemine dayanırsa ve oradan beslenirse anlamlı olabilir. Bu komisyonun bir yasayla kurulması, toplumsal temsil ağının güçlü olması, çoğulcu ve konsensüs esaslı işlemesi gerekir. Dahası; kadın hareketinden emek örgütlerine, Alevi kurumlarından LGBTİ+ yapılara, gençlik ve ekoloji mücadelelerine kadar geniş bir spektrumun aktif katılımı sağlanmadan, kurulacak hiçbir yapı barış sürecini paralel olarak gerçekleştirilecek bir demokratikleştirmeyle güvence altına alamaz.
Gerçek bir demokratikleşme, halkın sürecin seyircisi değil öznesi haline gelmesiyle mümkündür. Ve bu dönüşüm, sadece Ankara’da değil, Diyarbakır’da, Dersim’de, Artvin’de, İstanbul’un mahallelerinde, Manisa’nın işçi havzalarında açığa çıkacak halk iradesiyle gerçekleşebilir.
Yeni anayasa mı, rejimin yeniden tahkimi mi?
Anayasa meselesi bugün AKP iktidarı tarafından yeniden gündeme getiriliyor. Ancak mevcut anayasal düzen bizzat bu iktidar tarafından fiilen ortadan kaldırılmışken, yürütme yargı ve yasama üzerinde tam vesayet kurmuşken, temel hak ve özgürlükler her gün ayaklar altına alınırken yapılan “yeni anayasa” çağrısı, halklar için umut değil, tehdit kaynağıdır.
Bir anayasanın meşruiyeti, sadece o metni kimin yazdığıyla değil, hangi zemin ve hangi güç dengesi içinde yazıldığıyla ilgilidir. Bu nedenle, anayasa yapım süreci mevcut siyasal iktidarın kontrolünde yürürse, ortaya çıkacak olan şey yeni bir toplumsal sözleşme değil; mevcut rejimin anayasallaşması olur.
Hukukun siyasallaştığı, mahkemelerin iktidar aygıtının sopasına dönüştüğü, yargı kararlarının muhalefeti bastırma aracı olarak kullanıldığı bir ortamda gerçek anlamda demokratik bir anayasa yapımından bahsetmek mümkün değildir. Anayasa tartışmaları, halkın talepleri ve hak mücadelesiyle buluşmadığı sürece, siyasal bir manipülasyon olmaktan öteye geçemez.
Barış Süreci: Fırsatlar ve tuzaklar
Silahların devre dışı kalması, sadece bir “çatışmasızlık” hali değildir. Bu, aynı zamanda toplumsal mücadelelerin yeniden örgütlenebileceği, ortaklaşabileceği ve meşruiyetini daha geniş bir zeminde kurabileceği bir olanaktır. Ancak bu olanak, kendiliğinden bir kazanıma dönüşmeyecektir.
Devletin Kürt halkına, sosyalistlere, kadınlara, Alevilere, çevre ve yaşam savunucularına yönelik baskı politikaları hâlâ devam ediyor. HDK’ye ve DEM Parti’ye yönelik operasyonlar, kayyum rejimi, yargı sopası, siyasi yasaklar ve sansür… Bunların hepsi, yeni sürecin samimi bir barış arayışından çok, iktidarın sıkıştığı her alanda çözümü manipüle ederek zaman kazanma çabasının ürünüdür.
Bu nedenle asıl risk, sürecin halkların değil, devletin inisiyatifine terk edilmesi; mücadelenin sokaktan, halktan, emekten ve haklardan koparılarak saray odalarına hapsedilmesidir. Bu süreç eğer halkın talepleriyle buluşmazsa, faşizmin konsolidasyonu dönemine dönüşür.
Seyirci değil, özneyiz
Bugün barışın da, demokrasinin de, adaletin de teminatı halkların ortak örgütlü mücadelesidir. Kadınların, işçilerin, gençlerin, Kürtlerin, Alevilerin, LGBTİ+ların ve doğa savunucularının ortak toplumsal iradesi olmaksızın, kurulacak hiçbir siyasal denklem kalıcı bir çözüm üretmez.
Bu yüzden bekleyen değil, müdahale eden; izleyen değil, değiştiren; seyirci değil, özne olan bir halk hareketine ihtiyaç var. Kapalı kapılar ardında başlayan süreç, sokakla, mahalleyle, kampüsle, fabrika ve tarlayla buluşmadıkça halkların barışı ve özgürlüğü kurulamaz.
Ve artık hepimiz biliyoruz: Bu rejim, halkların kurucu iradesi karşısında duramayacak. Yeter ki biz o iradeyi birlikte örgütleyelim.