“Sırrı Süreyya’nın mirası nedir” diye sorarsanız, şiddetsizliğin nasıl bir güç olduğunu göstermesidir. Hiç şüphesiz şiddetsizlik olup biteni seyretmek değil, itiraz etmekten çok daha fazla uğraş, çaba gerektirir. Tıpkı Mahatma Gandhi’nin “bir yerde ne kadar kaba kuvvet varsa, ruh da o kadar azalmış demektir” dediği gibi.
Şimdi bunları söylerken -kamu kuruluşlarının kimliği altında- onca insanın ölümüne neden olan tünelli ulaşım projesini hazırlayan profesörlerin beni nasıl azarladıklarını hatırlıyorum: “Ulaşım bilimsel bir konudur, tartışamazsınız…” Şehrin bütün meydanlarını tünellerle otoyol kavşağına çevirmek de dahil bütün fikirler değerlidir, hepsine elbette ki saygı duyulmalıdır. Ama şu şiddete bir bakın: “Bizim fikirlerimiz bilimseldir, tartışılmaz.” Hem bilim adına kamu gücünü, kariyer imkanlarını arkana al, hem de kendi hayallerini İstanbullulara dayat.
Bence Sırrı Süreyya, kamusal alanda iktidar, çıkar ve kariyer ilişkilerinden bağımsız bir kişi, bu kapalı sistemin nasıl ters yüz edilebileceğini gösterdi. Üstelik “itiraz ediyoruz ama bizi dinlemiyorlar” diyerek sürekli kendi iktidar arzularından başka bir şey ifade etmeyen sözde muhaliflere de bence güzel bir ders verdi.
“İsterseniz, değiştirebilirsiniz. Yeter ki aklınızı ve eylemliliğinizi iktidar merkezcilikten uzak tutun.”
Sırrı Süreyya’nın bıraktığı bu değerli miras eminim ki ülkeye, herkese iyi gelecek…
Sırrı Süreyya Önder’in kepçenin üzerine zıpladığı o anı hiç unutmuyorum.
28 Mayıs sabahı saat 11.00 civarıydı, zannedersem. Gezi’nin Divan Oteli’ne bakan tarafındaki ağaçları bir gün önce sökmekte inşaat şirketi başarılı olamamıştı. O sabah bir senaryo kurgulandı, protestocu otuz kırk kişinin hakkından gelecek adamlar polisin arkasına yerleştirildi. Kurgulanan senaryoya göre “taşlı sopalı kavga çıkacak” ve polis de inşaat şirketinin işini kolaylaştırmak için gaz sıkacak ve parkı boşaltacaktı.
Ama beklendiği gibi olmadı. Ağaçları korumaya çalışan topluluğun, “Kırmızılı Kadın”fotoğrafından da anlaşıldığı gibi, çatışma çıkaracak bir hali, polisin de onların üzerine gaz sıkmak için herhangi bir nedeni yoktu. Dahası ağaçları korumak için parka gelen topluluktan daha fazla sayıda olduğunu tahmin ettiğim Kalyon İnşaat işçilerinin de olay çıkaracak, saldıracak halleri, ideolojik bagajları falan yoktu. Muhtemelen sabah işbaşı yaptıklarında işverenleri onları parka yönlendirmişti. Bütün kışkırtmalara rağmen polisin arkasında ne olduğunu şaşkın gözlerle izliyorlardı. Senaryo tutmayınca onlara Büyükşehir yelekleri giydirildi.
Sonradan “Gezi Olayları” adı verilen ve eşi benzeri görülmeyen müşterek alan deneyimi işte böyle bir tuhaflıklar zinciri ile başladı.
Yanımdaki bir kadın gaz sıkan polise “evladım, bunu niye yapıyorsun” diye soruyordu.
Arkadaki bej pardesülü bir adam bir taraftan polise zorla gaz sıkması için talimat verirken, bir taraftan da sağa sola koşturup, arkaya yığılmış Kalyon İnşaat işçilerini topluluğun üzerine saldırması için kışkırtıyordu.
Ben de bu kadından cesaret alarak bu arkadaki adama seslenmeye başladım:
“Neden bunu yapıyorsun. Gel buraya, konuşalım.”
Adam seslenişimi sürekli duymazdan geliyor, her seslenişimde bakışını bir başka yöne çeviriyordu. Sinirli olduğunu fark ettim.
İşte Sırrı Süreyya tam o sırada geldi. Onunla birlikte birkaç milletvekili daha.
O, bir anda kalkanlı çevik kuvvet polislerinin ve arkalarında bekleşen adamlardan sıyrılıp, o sırada ağaçları sökmekte olan kepçenin üzerine zıplayıp oturuverdi. Kepçe böylece çalışamaz hale geldi.
Sırrı kepçenin üzerine zıplayarak ve oturarak kurgulanan senaryoyu bozmuş oldu.
Doğrusunu söylemek gerekirse o ana kadar kimsenin aklına Sırrı Süreyya’nın yaptığını yapmak gelmemişti. Parktaki topluluk otuz kişi kadardı. Bunların bir bölümü sökülmek istenen ağaçlara sarılıyor ve müdahaleyi durdurmaya çalışıyordu. Sırrı gibi parka gelen bir kadın siyasetçi (CHP milletvekili) topuklu ayakkabılarını elindeki torbadan çıkardığı spor ayakkabılarla değiştiriyordu. Polis ağaçlara sarılanları zorla ayırmaya çalışırken çığlıklar yükseliyordu. Sloganlar atılıyordu. O, bu hercümerç içinde hiç beklenmeyen bu hareketi yaparak bir anda durumu değiştiriverdi.
Bunun üzerine kontrolü kaybettiğini ve elinden bir şey gelmeyeceğini anlayan bej pardesülü adam yanıma geldi, bir sigara yaktı, derin bir nefes çekti.
“Sen benim kim olduğumu biliyor musun” diye sinirli bir tonda bana sordu.
“Hayır, bilmiyorum beyefendi. Ama gördüğüm kadarıyla gaz sıkan polisleri ve o arkada bekleyen adamları siz kışkırtıyorsunuz” dedim.
Bunun üzerine “Ben İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı’yım ve operasyonu ben yönetiyorum” dedi. Sonra bir de sanki iç çekerek “Bizim bu çevre konularından hiç anlamadığımızı mı düşünüyorsunuz?” diye sordu. Öyle ya, ağaçları korumaya çalışanlar Cihangir sosyetesinin seçkinleri falan olmalıydı.
Sırrı Süreyya ise üstündeki oduncu gömleği, sıradan pantolonu ile laciler giymeyen bir milletvekili olarak bu kişinin dikkatini çekmemişti, ta ki kepçenin üzerine atlayana kadar.
Sırrı Süreyya Gezi’deki senaryoyu nasıl ters yüz etti?
28 Mayıs sabahı Gezi Parkı”nda ne planlandığı ve ne olduğu epey sonra anlaşıldı.
Gaz sıkan polis mahkemede verdiği ifadede “amirim emir verdi, onun için gaz sıktım” diyordu.
Bu söylediği tamamen doğruydu, orada bulunan herkes gibi ben de buna tanığım. Ama ikinci bir şey daha söylüyordu: “Taşlı sopalı çatışma çıktı, bu nedenle gaz sıkılmak zorunda kalındı.” Bu söylediği doğru değildi. Kırmızı kadın fotoğrafının da belgelediği gibi topluluğun içindeki herkes gayet sakin bir şekilde ağaçları savunmak için oradaydı.
Ancak daha sonra İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin hazırladığı raporu okuyunca ne olduğunu anladım. Bu raporda da aynı sözler yer alıyordu.
Bunları okuduktan sonra o arkaya yerleştirilen insanların ağaçları korumaya çalışan insanlara saldıracaklarını ve polisin de -o zamanki güvenlik protokollerine göre- çatışma çıktığı için taraflara gazla müdahale ederek parkı boşaltacaklarını ve ağaç sökümünü gerçekleştireceklerini anlaşılıyordu.
Tahmin ediyorum ki o tarihte polisin çatışma çıkmadıkça bir gösteriyi dağıtma ve gaz sıkma yetkisi yoktu. Hele hele bizzat tanık olduğumuz gibi göstericilerin kafalarına nişan alarak atış yapması hiç mümkün değildi. Epey bir sonra, Haziran ortasından sonra zannedersem bu protokol değişti ve polis doğrudan göstericilerin kafalarına nişan alarak atış yapmaya başladı.
İşte Sırrı Süreyya o sırada hiç kimsenin aklına gelmeyen yaratıcı eylemiyle kurgulanan bu senaryoyu bozdu.
Eğer bu kurgulanan senaryo gerçekleşmiş olsaydı, Gezi’deki müşterek alan deneyimi bu çatışma senaryosuyla daha başlamadan bastırılmış olacaktı.
Sırrı Süreyya zekasıyla, girişimciliğiyle Gezi’deki bu müstesna müşterek alan deneyiminin başlatıcısıdır.
Not: Gezi direnişini tetikleyen olay Taksim Meydanı ve Gezi’ye yapılması planlanan tünelli-dalış rampalı trafik düzenlemesini gerçekleştirmek amacıyla kurgulanan bir senaryo nedeniyle ortaya çıktı. Bu proje 90’lı yıllarda şehrin büyük meydanları için benzer düzenlemeler yapmayı hedefleyen hocalar tarafından tasarlandı. Bu projede Gümüşsuyu, Sıraselviler, Mete ve Cumhuriyet caddeleri derin yarıklara dönüşüyor ve yanlarında dar kaldırımlar bırakılıyordu. Ayrıca bir de AVM yapılması planlanıyordu.
Bu proje Tayyip Erdoğan, Ali Müfit Gürtuna, Kadir Topbaş zamanlarında defalarca gündeme getirildi. Erdoğan zamanında üzerine ince birkaç çember çizilmişti. Bu projenin Taksim Platformu tarafından The Marmara Oteli’nde düzenlenen toplantıda tanıtılması üzerine bazı gazeteler “Taksim’e cami yapılıyor” manşeti ile çıktı. Böylece projenin ulaşımla ilgili özellikleri gölgede bırakıldı ve Taksim camii 28 Şubat sürecinin en gerilimli konularından birine dönüştü. Taksim iki karşıt siyasi akımın temsil sahnesi halini aldı. Bu nedenle çatışmacı bir durum ortaya çıktı.
Taksim Platformu taraflara müşterek alanlarla ilgili daha farklı bir şehircilik deneyimi öneriyordu. 2004 yılında proje merkezi yönetimde olan Ak Parti tarafından tekrar raftan indirildi. Kadir Topbaş’a projeyi başlatması talimatı verildi. Bunun üzerine daha önce bu projeye karşı defalarca toplantılar düzenleyen Taksim Platformu yeniden tüneller yanında Topçu Kışlası’nın bir replikasının yapılmasını amaçlayan mimari projeyi tartışmaya açtı. Toplantılar ve gösteriler düzenledi. Bu gösterilere çeşitli sanatçılar, yazarlar katıldılar.
Ancak 28 Mayıs sabahı ağaçların sökümü ile başlayan protestolarda karşı polisin şiddet kullanması, parkı boşaltmak için kurgulanan senaryoyu tersine çevirdi. Katılımın çok büyümesine yol açtı. Bunun üzerine hükümet gösterilerin daha da büyümemesi için polisi çekme kararı aldı. Böylece bütün platformlardan ve siyasal girişimlerden bağımsız olarak ilginç bir müşterek alan deneyimi yaşandı. Bu deneyim Ak Parti içinde de, uluslararası çevrelerde de olumlu olarak değerlendirildi. Taksim Platformu bu süreçte farklı taraflarla görüşmeler yaparak olayın tekrar çatışmacı bir siyasal ortama taşınmaması için çaba gösterdi. Bunda da başarılı oldu. Ancak sonrasında, ilk müdahalede olduğu gibi şiddet kullanılarak burada ortaya çıkan şiddetsiz, barışçıl müşterek alan deneyimi bastırıldı ve bu müşterek alan deneyimi paranteze alınmaya çalışıldı.