AKP-MHP Faşist İktidarı, ülke içinde halk desteğini iyiden iyiye kaybederken özellikle Suriye’nin yıkılışına giden süreci fırsat bilerek giriştiği bölgesel güç olma hedeflerinde de irtifa kaybı yaşadı. Demokratik bir ortamda yapılacak herhangi bir seçimde iktidar katını terk etmek zorunda kalacağını bilen faşist blok, iktidarda kalmaya devam edebilmek için başta gençlik olmak üzere tüm toplumsal mücadele dinamiklerinin üzerinde devlet aygıtının bütün olanaklarını seferber ederek geniş bir baskı rejimi inşa etmeye başladı. 31 Mart 2024 seçimlerinde neredeyse en güvendiği yerlerde bile belediyelerini muhalefet karşısında kaybederek yerel ayakları kopan iktidar, bir yandan ülkenin kaynaklarını Suriye’de cihatçı çetelere dağıtıp bölgesel nüfuzunu genişletmeye yönelirken şimdi de Ekrem İmamoğlu’nu tutuklayarak saldırılarında yeni bir düzeye çıkmış olduğunu da açıkça ilan etti. İmamoğlu’nun tutuklanması AKP-MHP Faşist İktidarı tarafından halk muhalefetine yönelik bir göz dağı ve sönümlendirme hamlesi olarak karşımıza çıkarken, operasyon aynı zamanda iktidarın yaşanan iktisadi kriz ortamında İBB ve onun kaynaklarını ele geçirip iktidarda kalma hamlelerine kaynak oluşturma amacını da taşıyordu.
Atacağı adımlarla birkaç cephede kendisine avantaj sağlamak, muhalefet saflarının parçalı yapısından istifade ederek toparlamasını engellemek ve mümkünse derin yarıklar oluşturmak isteyen AKP-MHP Faşist İktidarı’nın hamleleri, uzun süren sessizliğin ardından gençliğin öncülüğündeki Mart Eylemleriyle halk kitlelerinden ciddi bir tokat yedi.
Üniversiteliler, kendilerine giydirilmek istenen deli gömleğine itiraz ederken, bir yandan tehdidi altında oldukları geleceksizleştirme dalgasına yönelik öfke ve taleplerini pankartlarına yazdı diğer yandan faşist iktidarın politikalarına karşı tepkisini dile getirdi. İstanbul Üniversitesinde yıkılan barikatlar, ODTÜ’den Kızılay Meydanı’na yürüyen öğrenci kalabalığı, İzmir sokaklarında geri çekilmeyen üniversitelilerin açtığı yoldan ilerleyen halk kitleleri, en başında “Demokrasi” yazan sloganlarla iktidara karşı mücadele yumruğunu kaldırdı ve hala ayakta olduğunu hatırlattı.
Nasıl ki 68 Mayıs’ında Sorbonne’da isyan yumrukları, nasıl ki DEV-GENÇ’ler nasıl ki Gezi’ler, ODTÜ’ler, Boğaziçi’ler gökten inmediyse, Mart Eylemleri de gökten inmedi. Eylemler, faşizme karşı mücadele kararlılığındaki ortaklığın, halkın kendi arasında kurulduğunu gösterdi.
Neden meydanlardayız?
AKP-MHP Faşist İktidar Bloku’nun “kindar ve dindar bir nesil” olarak itaatkar, dinci, faşist iktidarın sokak gücü olarak kullanabileceği bir gençlik yaratma hülyası bir defa daha boşa düşmüştür. Bu amaçla gençlik içinde çeşitli açı farkları yaratmak, gençlerin arasına rekabet tohumları ekerek gençliğin bir toplumsal güç olarak karşısında konumlanmasını engellemek yolundaki politikaları ters tepmiştir. Gençlik Beyazıt barikatlarını yıkarken, Beyazıt’ı binlerce kişiyle doldurup İstanbul sokaklarında “faşizme karşı omuz omuza” çığlığını yükseltirken aynı zamanda geleceğin dayanışmacı ve mücadeleci ufkunu da tüm topluma göstermiştir.
Yıllardır üniversiteleri şirketlerin ihtiyacı olan işgücünü yaratmak ve birer ideolojik hegemonya üretim merkezleri olarak dönüştüren iktidar, aynı zamanda çeşitli proje ve ortaklıklar ile şirket yöneticilerinin üniversitelerde karar mekanizmalarına dahil olacağı bir üniversite modelini dayattı. Bilimin yerini girişimciliğin, spin-off şirketlerin, teknoparkların, AVM’lerin aldığı üniversite modelinde gençlerin özgür ve yaratıcı gelişimini hedefleyen bir öğrenim modelinin çıkması imkansızdı ve öyle de oldu. Üniversite öğrenimini, meslek eğitimine indirgeyen, işsizliği ötelemeyi ve yalnızca kâr potansiyeli olan araştırmaları üniversite gündemine almayı hedefleyen bir politikanın sonucu ise işsizlik ve güvencesizlik kıskacında yaşanan yıkım ve bunalım oldu. Gençliğin sosyal kültürel gelişiminin yerine sertifika kurslarını ve CV doldurmayı önceleyen politikalarla gençlik tam boy bir kafese kıstırılmak istendi. AKP’nin öğrencileri dinci-faşist yuvalar olarak cemaat yurtlarına zorunlu bırakan barınma politikası, “Kindar ve dindar bir nesil” yaratma projesiyle uyumlu bir üniversite hayatı ortaya çıkardı. İktidar, gençlik içinde örgütlenmekte ve üniversitelerde kitlesel bir hegemonya kurmakta zorlandığı ölçüde baskı ve zor yoluyla gençliğin kalkışma potansiyelini dizginlemeye çalıştı. YÖK bu manada, 12 Eylül’deki kuruluş amaçlarıyla tam uyum içinde ve artık Saray’a tam bağımlı, dizginleme görevinin icrası bir kurum olarak yeniden organize edildi. Faşist çeteler için güvenli ortam polis ve üniversite yönetimlerinin işbirliğinde sağlanırken, kampüslerde adeta “özel güvenlik rejimi” inşa edildi. Bir dönem sivil polislerin kampüslerde dolaşması bile öğrencilerin tepkileriyle engellenirken, şimdi polisler ve faşistler işbirliğinde geniş bir denetleme-gözetleme ağı kuruldu. Nasıl ki işçilerin grevleri “milli güvenliğe tehdit” gerekçesiyle engellenmeye çalışıldıysa, aynı tarife üniversitelerdeki kulüp faaliyetlerinden çeşitli eylemlere kadar kampüslerde de uygulandı. KHK’lar yoluyla tasfiye edilen devrimci, demokrat, yurtsever akademisyenlerin yerine kendi komiserlerini yerleştiren faşist iktidar, üniversiteliler arasında dilediği saflaşmaları yaratamadığı ölçüde daha da saldırganlaştı.
Kapitalist sistemin tüm dünyada peş peşe krizler yaşadığı, dünya egemenlerinin yeni bir iktisadi birikim modeline geçiş için dünyayı kargaşa ve savaşlarla karşı karşıya bıraktığı ve insanlığın geleceği açısından en büyük tehlikeyi oluşturduğu bugünlerde AKP-MHP Faşist İktidar Bloku da faşist bir rejimi kurumsallaştırma adımlarının faturalarını birer birer topluma yıkmaya ve razı gelmeyenleri de baskı ve zor uygulamalarıyla, güdümündeki yargı görevlilerinin komplo operasyonlarıyla sindirmeye çalışıyor. Diğer yandan yaşanan iktisadi bunalım, hayat pahalılığı ve yoksulluk ortamında gençlik bu durumu geleceksizlik ve güvencesizlik olarak yoğun biçimde hissediyor. Bir avuç azınlığın, iktidar koltuğuna çöküp lüks ve şatafat içinde yaşamasının bedelini üniversiteliler boş zamanlarını kendilerini gerçekleştirecekleri faaliyetlerle değerlendirmek yerine güvencesiz işlerde sömürünün en yoğun biçimlerine maruz kalarak ödüyor.
Bugün, ortaya çıkan dinamiği ele alırken, “Z kuşağının aslında politik olduğu” gibi tartışmalar yersiz tartışmalar olacaktır. Önümüzde öncelikle ele alınması gereken mesele hareketin seyri meselesidir. Bütün araştırmalar hem okuyan hem çalışan gençlerin oranının yüzde 50’lere yaklaştığını, on binlerce öğrencinin her yıl başta ekonomik sebeplerle üniversite öğrenimini yarıda bıraktığını, üniversite mezunlarının işsizlik oranının tarihteki en yüksek seviyelere ulaştığını, ucuz işgücü haline getirilen üniversitelilerin bu konumu kabullenmesi için iktidar ve üniversite yönetimlerinin her girişimi yaptığı apaçık ortaya sermektedir. Dolasıyla gençlik, politikanın tüm sonuçlarıyla doğrudan yüz yüze gelmekte olduğu gibi, faşist iktidarın politikalarının başat mağdurlarından biri olarak Gezi’de, Boğaziçi’de, ODTÜ’de ve birçok üniversitede bu sorunların kaynağının kim olduğunu gayet açık biçimde ifade etmiştir.
Dayatılan rekabetçilik, hiçbir dayanışma ilişkisine imkan bırakmamak üzere kurulmuş üniversite sistemi, gençliğin aynı zamanda gelecek ufkunu da daraltmaya yöneldi. Gençlik özgür, yaratıcı bir gelecek hayali yerine; gelecekle kaygıyla yoğrulmuş, endişeli bir ilişki içine itildi. Sınavlarda ya da mülakatlarda kendisini karşı tarafa beğendirmeye zorlayan, duyguları, düşünceleri, bedeni vs. hakkında tüm kararları başkalarının kararlarına bağımlı hale gelen, kendine ve kendi emeğine yabancılaşmaya itilen, giderek yalnızlaştırılan ve sadece ev-iş arasında hayallerini ve arzularını dizginlemeye zorlanan, robotlaşması istenen gençlik faşist blokun hiçbir kurumunun bu durumu değiştiremeyeceğinin bilincinde olarak sokaklara taştı.
Bir dip dalgası olarak öğrenci kitleleri arasında yıllar içinde ileri çıkışlar ve geri gidişler ile mayalanarak ilerleyen öfke, şimdi kendisini bir patlama ile ileriye sıçrattı ve boykotlar, işgaller, forumlar, meclisler yeniden gündemimize girdi. Lakin ortada önemli bir sorunu da es geçmemek gerekir ki tüm bu mücadeleyi ırkçı-şoven bir rüzgarla harmanlamak isteyen bir tehlike olarak, gençliğin arasına dahil olarak mücadeleyi AKP-MHP Faşist İktidar Bloku’ndan uzaklaştırmaya çalışan, yeni tür faşist eğilimdir. Bu eğilim, AKP-MHP Faşist İktidarına karşıtlığı bağlamında muhalif güçler arasında yer almaya çalışsa da direniş boyunca temelde rotayı ve sivri ucu AKP-MHP Faşist İktidar Bloku’ndan uzaklaştırma ve başta Kürt öğrenciler olmak üzere ayrıştırıcı bir müdahale eğiliminde bulunmuştur. Bu eğilim elbette AKP-MHP’yi protesto etme hakkını sonuna kadar kullanma hakkına sahip olmakla birlikte, rotayı buradan saptırdığı, ezilen halk ve inançlara yönelik provokasyonlara giriştiği ölçüde gençlik kitleleri tarafından kusulacaktır, kusulmalıdır. Direniş, kendisini bölmeye, parçalamaya, rotayı AKP-MHP Faşist İktidar Bloku’ndan saptırmaya dönük en ufak girişimlere dahi engel olacaktır, olmalıdır. Bu durum ise demokratik öğrenci siyasetinin ancak ve ancak hareketin demokratik kanadını; eşit, parasız, bilimsel, anadilde, cinsiyetçi olmayan, laik bir eğitimi savunan, antifaşist bir öğrenci siyasetini inşa etme yeteneğini gösterebilmesiyle aşılabilir.
Demokratik öğrenci siyaseti; öğrencilerin sokaklara taşmasının ardındaki dip dalgasının derinliklerine dahil olmak, hareketin özneleriyle çeşitli düzeylerde ilişkiler kurmak, grup ihtiyaçlarını hareketin ilerleyişinin önüne geçirmekten imtina etmek ve bütün gücüyle hareketi birleşik, antifaşist, demokratik bir zemine sıçratmanın olanaklarını yaratmaya çalışmakla yükümlüdür. Mart Eylemleri, ne kendiliğinden sönümlenmeye ne de neo-nazilere terk edilebilir.
“Quo Vadis?” ya da yeniden “Ne Yapmalı?”
Bir yandan faşist iktidarın saldırılarının altında iğneyle kuyu kazarcasına ilerlemeye çalışmak diğer yandan rekabetçilik, dar grupçuluk ve dar pratikçilik etrafında bu ilerlemeye düzenli olarak çelme takmak: Eğer bu hareketi gerçek bir ciddiyetle ele alacak ve eleştiriden kaçınmaksızın bir değerlendirme yapacaksak aşağı yukarı demokratik öğrenci siyasetinde durum budur. Araç ve amaç arasındaki çelişki bu denli barizken, karşımıza çıkan büyük kitle hareketi karşısında Saraçhane’ye gidip-gitmeme ya da bayrak açıp açmama tartışmaları yürütmektense, aktüel olana yönelmek, bu hareketin demokratik kümesini nasıl genişletemedik ve nasıl genişletebiliriz sorularını sormak daha önemli hale gelmiştir. Bu soru, ancak; öğrenci gençlik hareketinde fiili, kitlesel, demokratik, meşru zeminini dayanışma ve mücadele temelinde kurmakta kararlı güçlerce doğru yanıtlanabilir.
Kendisini her defasında küçültmesine rağmen aynı durumu sürdürmekte kararlı olmak, kapitalist sisteme has bir çelişkidir. Demokratik öğrenci hareketi ise yeni tarzda bir mücadeleyi yaratamadığı ölçüde düzenli olarak hedefi ve pratiği arasında çelişki yaşayacaktır. AKP-MHP Faşist İktidar Bloku ise bu tip çelişkileri demokratik öğrenci hareketini pasifize etmek için ustalıkla kullanacaktır. 301 öğrencinin tutuklanması ve YÖK’ün akademisyenleri tasfiye bildirisi, şimdiden öğrenci hareketine bir tehdittir. Dolayısıyla demokratik öğrenci hareketinin önündeki en aktüel yönelim, hiç tartışmasız, bu kitleselliğin koordinasyonunu ve mobilizasyonunu geliştirmek, üniversitenin çok uzun yıllardır en önemli boşluğu olan üniversitenin özörgütüne giden bir güzergaha yönelmek olmalıdır. Bu da aktüel mücadelenin, yani AKP-MHP Faşist İktidarının darbelerle yürüttüğü saldırılara karşı korkusuzca meydanları dolduran öğrenci gençliğin kitlesel hareketinin güzergahı içinden yola çıkmayı şart koşar.
Bu çıkmazdan kurtulmanın yolu ise ne salt bir özeleştiride ne de soyut bir mücadele çağrısındadır. Asıl mesele, her biri birbiriyle ilişkili olan araç ve amaç ilişkisini yeniden ve yeniden tartışmak, ortaya çıkan iradeyi aktif bir örgütlenmeye sevk edecek bir zemin yaratmaktır. Dolayısıyla demokratik öğrenci siyasetinin karşısında üç temel görev durmaktadır:
- Gençlik içinde derinleşen geleceksizlik ve güvencesizlik krizine ve faşist iktidarın yaratmak istediği üniversite modeline karşı bir perspektif üretmek ve yaygınlaştırmak,
- Öğrencilerin taleplerini merkeze alan fiili, kitlesel, meşru, militan ve demokratik bir mücadele hattı kurmak,
- Faşizmin karşı birleşik, kapsayıcı, dayanışmacı ve mücadeleci bir öğrenci hareketi inşa etmek.
Bu üç görev, birbirinden kopuk değil, tam tersine iç içe geçmiş görevlerdir. Bu görevlerin başarılması, ancak dar grupçuluğun ötesine geçilerek, gençliğin geniş kesimlerini bir araya getirecek bir örgütlenme tarzının inşa edilmesiyle mümkündür. Gençliğin kendi talepleri etrafında birleşebileceği, kendini ifade edebileceği, birlikte karar alıp birlikte uygulayabileceği meclislerin, forumların ve dayanışma ağlarının yaratılması bu anlamda büyük bir öneme sahiptir. Mart Eylemleri, yalnızca bir öfke patlaması olarak ele alınamaz. Eylemler, gençliğin iradesini ve taleplerini en yüksek düzeyde dile getirdiği somut adımlardır ve bu adımların gerisine düşülemez.
Mart Eylemleri, bu açıdan yalnızca bir öfke patlaması değil, gençliğin kendi iradesini, taleplerini ve mücadele hattını inşa etme yönünde attığı somut bir adımdır. Bu adımdan sonra geriye düşmemek, hareketin ivmesini kaybetmemesinin önüne geçmek ve mücadele hattını sürekli diri tutmak sorumluluğu tüm üniversite bileşenlerine aittir. Bu hat, kimi zaman forumlarla kimi zaman boykotlarla kimi zaman meydanlardaki eylemlerle örülecektir. Bilinmelidir ki; her geri çekiliş, duraksama ya da yerinde sayma faşist iktidar tarafından yeni bir saldırı dalgasıyla yanıtlanacak ve hareketin yeniden yükselişinin önüne geçilmek istenecektir. Dolayısıyla şimdi bulunduğumuz noktada yapılması gereken, kurucu bir dönemin kapılarını aralamaktır.
Mart Eylemleri, kararlılığını ortaya koymuştur. Artık geçmişin, hele hele 20. yüzyıldan kalma alışkanlıkların ya da gündelik reflekslerin tekrarlarına ihtiyacımız yoktur, aksine bugün yaşadığımız çok yönlü saldırılara çok yönlü ve örgütlü yanıtlar verilmelidir.
Dayanışmaları büyütelim: Bir adım ileri!
Bugün üniversitelerdeki en önemli dinamik her üniversitede -Üniversite Öğrencileri, Üniversite Direniyor vb. gibi- farklı isimler alsa da Üniversite Dayanışmalarıdır. Uzun süredir öğrenci gençlik hareketinde en geniş kitleselliği sürükleyebilen Üniversite Dayanışmaları, içinden geçtiğimiz kitlesel yükseliş döneminde koordinasyon görevini de üstlendi. Birçok üniversitede forumlardan meclis örgütlenmelerine, eylem planlamalarından boykotlara kadar aktif bir sürecin organizatörü Üniversite Dayanışmaları oldu.
Bir iktidar tiyatrosu olarak ÖTK sistemin karşısında öğrenci gençliğin fiili temsilcisi olan Üniversite Dayanışmaları; daha organize, daha koordine, istikrarlı, ufku geniş, öğrenci gençliğin tüm demokratik taleplerini sahiplenen, birleşik bir mücadele odağına ilerleyebileceğini göstermektedir. Bu sonuç ise, bahsettiğimiz gibi, öncelikle bu yaklaşıma sahip güçlerin kararlılığıyla orantılıdır. Üniversite Dayanışmalarının birbiriyle kuracağı daha organik ilişkiler, büyük bir sinerjiyi ve birikimi ortaya çıkaracak, dinamik ve özgür bir tartışma ortamının gelişmesiyle öğrenci gençlik hareketi, günümüzün özörgütü için önemli bir adımı atmış olacaktır.
Üniversitelerde bugün en önemli ihtiyacımız olarak öğrenci gençliğin birleşik, kitlesel, militan, demokratik özörgütlenmesi ise ancak aktüel mücadeleler içinde devinerek, aktüel mücadelelerin ihtiyaçlarına yanıt vere vere ve öğrenci gençlik kitlelerinin katılımını ve güvenini kazana kazana inşa edilecektir. Mücadelenin ortak bir programa, sektörlerin taleplerinin kent ve ülke sathında ortaklaştırılmasına, iktidarın baskı aygıtları karşısında kitlesel ve ustaca bir mücadele planına ulaşmak tüm güçlerin yaratıcı enerjilerini birbiriyle buluşturmasına ve hareketin somut politika ve pratiklerinin örgütlenmesi ihtiyacımız, her günden daha büyüktür.
Üniversite Dayanışmaları, öğrenci gençlik mücadelesinde herkesin ortaklaştığı ve eylemliliklerin etrafında geliştiği adresler olarak daha organize bir boyuta ilerlemek, öğrenci gençliğin güncel mücadele yönelimlerini ve taleplerini daha koordine ve daha organize hale getirebilmek için, nasıl ki onlarca üniversiteden dayanışmaların yan yana gelip eylemler örgütlediği gibi, aynı enerjiyle, her yerelde kolektif bir özneyi inşa etmek üzere Üniversite Dayanışma Konferansları örgütleyebilir. Konferanslar, her üniversiteden dayanışmaların kendi özgün gündemlerini ve mücadelelerini yürütürken, üniversitelilerin bütününü ilgilendiren tüm gündemlerde üniversite mücadelesinin koordinasyonu görevini üstlenebilir. Yürütülecek tartışmalar yoluyla, temsilciler seçilebilir ve tüm ülkede yapılan konferanslarda seçilen temsilcilerle birlikte ülke çapında Üniversite Dayanışmaları Meclisinin kuruluşuna ilerlenebilir ve böylece hareketin reaksiyoner çıkışlarla yetinmesi yerine sosyal ve siyasal bir güç haline gelerek demokratik öğrenci zemininin büyümesi sağlanabilir.
Öncelikle mücadelenin uzun soluklu bir strateji etrafında yürütülmesinin zaruri olduğunu gören üniversite bileşenleri ve demokratik öğrenci siyaseti, hareketin sürekliliğini sağlayacak bir kurucu akılla hareket ederek, faşist iktidarın karşısına parçalı bir hareket yerine organize olmuş bir kitlesel mücadeleyi kurabilir.
İçinden geçtiğimiz süreç tarihsel bir kırılma sürecidir. Bu kırılma sürecinde demokratik öğrenci siyasetinin sorumluluğu ortadadır: Bir yandan üniversitelilerin geleceksizliğe ve baskılara karşı kitlesel mücadelesini örgütlemek diğer yandan bu mücadeleyi AKP-MHP Faşist İktidar Bloku’nun tam karşısında, antifaşist bir mücadele çizgisinde yürütmek. Bu zorlu görev, ancak ve ancak ayrılıklarımızı değil benzerliklerimizi ortaya çıkararak, farklılıklarımızı öğrenci siyasetinin zenginliği olarak görerek, demokratik bir zeminde, kararlı bir yaklaşımla icra edilebilecektir.
19 Mart’ta başlayan yeni mücadeleler, demokratik öğrenci siyaseti açısından birçok olanağı barındırmaktadır. Şimdi Gezi’de, Boğaziçi’nde, ODTÜ’de başaramadığımız birleşik siyaseti inşa etme görevini en başa yazmak ve AKP-MHP Faşist İktidar Blokunu iktidar katından indirerek faşizmin kurumsallaşma sürecini püskürtmek ve öğrenci gençliğe dayatılan tüm fermanları yırtıp atmak için bir adım ileri!